Zaman algımız, konuştuğumuz dile göre farklılık gösteriyor. Üstelik eğer birden fazla dil biliyorsanız, o anda konuşulan dile göre zamanı daha farklı algılıyorsunuz. Türkçede genel olarak daha yavaş geçen bir gün için “uzun” gün tabirini kullanırız. Yunancada ise genellikle yavaş geçen bir gün için “dolu” gün tabiri kullanılır. Yani farklı dillerde zamanın yavaş geçmesini tanımlama biçimleri değişiklik gösterebilir. İşte bütün bu tanımlamalar, insanların zamanı algılama biçimlerini de değiştiriyor olabilir.
Journal of Experimental Psychology‘de yayımlanan bir çalışmada, konuşulan dillerdeki süre tanımlamalarına göre zaman algısının nasıl değiştiği ve iki dil bilmenin beyni yeni yollarla düşünmeye nasıl sevk ettiği araştırıldı.
Araştırmacılara göre, konuştuğumuz dil algımızı değiştiriyor ve zamanı dile özel şekilde tecrübe etmemizi sağlıyor. Çalışma kapsamında yapılan deneylerden birisinde, yavaşça büyüyen bir çizginin olduğu animasyonlar yarısı İspanyolca yarısı İsveççe konuşan 80 bireye gösterildi. Bütün animasyonlar 3 saniye sürüyordu fakat animasyonlardaki çizgiler aynı sürede farklı uzunluklara geliyordu. Araştırmacılar, İsveççe konuşan bireylerin zamanı tanımlama biçimleri mesafe temelli olduğu için bu animasyonlarda geçen zamanı doğru tahmin edemeyeceklerini öngörüyordu. Haklı da çıktılar. Fakat İspanyolcada zaman mesafe temelli değil hacim temelli tanımlanıyor. Örneğin “kısa bir mola” ifadesi yerine, İspanyolcada “küçük bir mola” ifadesi kullanılıyor. Dolayısıyla bu bireyler, aynı 3 saniyenin geçişini izledikleri animasyondaki çizgi ne kadar büyürse büyüsün daha iyi fark edebiliyor.
İsveççe konuşan bireyler zaman tanımını uzunluk temelli yaptıkları için, İspanyolca konuşanların aksine, çizginin uzunluğu ile zamanı bağdaştırıyor. Bu sebeple, izlenen animasyonlarda doğru zaman tahmini gerçekleştiremiyor. Fakat İspanyolca konuşan bireyleri kandırmak bu kadar kolay değil. Çünkü İspanyolca konuşan bireylerin zaman tanımları farklı olduğu için, çizgi ne kadar çok büyürse büyüsün aynı zaman aralığında bu büyümenin gerçekleştiğini kolaylıkla fark edebiliyor.
Yapılan diğer deneyde ise bilim insanları katılımcılara yavaşça dolan bir testinin animasyonlarını gösterdi. Bu animasyonda da aynı süre aralığında değişik testiler farklı oranlarda doldu. Yapılan ikinci deneyde, tahmin edebileceğiniz gibi, İspanyolca konuşan bireyler geçen zamanı algılamakta zorlandı. İlginç bir şekilde, konuşma belirli bir dilde yapılmaya başlandığında, katılımcılar zamanı değerlendirmede çok daha iyiydiler, sanki ne kadar zaman geçtiğinin yüksek sesle sorulması, beyinde bir şeyleri tetikliyordu. Bilim insanları daha iyi bir çıkarım yapmak amacıyla bu sefer hem İspanyolca hem İsveççe konuşan 74 katılımcıya aynı animasyonları gösterdi.
Son deneyin de sonuçları aynıydı. Eğer İsveççe sunulursa, katılımcılar çizgi animasyonda zamanı doğru tahmin edemiyor, aynı şekilde eğer İspanyolca sunulursa, katılımcılar testinin dolduğu animasyondaki zamanı doğru tahmin edemiyorlardı. Peki bunun sebebi ne olabilir? Araştırmacılara göre, eğer zamanı uzunlukla bağdaştıran bir dil ile büyüdüyseniz, yani örneğin tanım olarak “uzun bir gün” gibi tabirler kullanıyorsanız, uzun bir çizginin çekilmesi için daha çok zaman geçmesi gerektiğini düşünüyorsunuz.
Yeni bir dil öğrendiğinizde ise, aslında zamanın farklı bir yorumunu da öğreniyoruz. Birden fazla dil konuşurken, beynimizin belirli bölgelerini de güncellemiş ve yeni algılar eklemiş oluyoruz. Dolayısıyla, bu örnek açısından düşündüğümüzde, zamanı iki farklı biçimde algılayabiliyoruz.