Yayınlanan yeni bir raporun öne sürdüğüne göre; bitki hücrelerinin sinyal verme biçimleri, hayvanlardaki sinir sistemiyle kolayca karşılaştırılabilecek türden bir şey değil. Bu görüş, bitki nörobiyolojisi adı verilen ve pek bilinmeyen bilim dalına doğrudan karşı çıkıyor.
Geride bıraktığımız onlarca yıl içinde, yeşillik kimyası hakkında bir şey öğrendiysek; o da, bitkilerin bizim sandığımızdan çok daha dinamik olduğudur.
Polenleyici bir böceğin seksi vızıltısından, yırtıcı bir hayvanın korkunç çiğneyişine kadar; sesleri hissedebiliyor ve onlara tepki verebiliyorlar. Onlara dokumak, bir tepki meydana getiriyor ve bazıları bundan hiç hoşlanmıyor. Birbirleriyle iletişim kurabiliyorlar. Uyuşabiliyorlar. Ayrıca, hatırlama kapasitesi bile olabilir.
Ancak bunların her biri, duygusal biçimli dil sebebiyle çetrefilli hale gelen kayda değer gözlemler. Bu kadar romantik olmayan dil biçiminde bile, büyüme tepkilerinde yapılan ölçümleri ve inip çıkan botanik hormonları anlamlı bir açıklamaya dönüştürmek zor olabilir.
Daha önce değilse bile 2000’li yılların başlarından beri; bitkilerin çevresel işaretlere verdikleri tepkiler ile bizlerin yakınlık duyacağı bir şey arasındaki (sinirbilime benzeyen bir şey mesela) sınırı nereye çizmemiz gerektiğine dair bazı alevli tartışmalar yaşandı.
Muhaliflerin iddiasına göre bu karşılaştırmanın bazı sınırları var. Daha da kötüsü; aradaki çizgiyi aşmak, ciddi bir olumsuzluk doğurabilir.
California Santa Cruz Üniversitesi’nde bitki biyoloğu olan Lincoln Taiz, şöyle söylüyor: “Araştırma alanında bitkilere insan özellikleri atfetmenin en büyük tehlikesi, araştırmacının tarafsızlığını sarsmasıdır”
“Bizim gördüğümüz şey; bitkilerin ve hayvanların çok farklı yaşam stratejileri geliştirmiş oldukları. Beyin çok pahalı bir organ ve bitkinin yüksek oranda gelişmiş bir sinir sistemine sahip olması, ona hiçbir avantaj sağlamaz.”
Aslına bakarsak; uyaranları işlemekten ve bir tepki hesaplamaktan sorumlu olan sinir ağı sadece hayvanlarda var. Hiç kimse, bitkilerin yığınlarca gri maddeye ve çevresel sinire sahip olduğunu iddia etmiyor.
Fakat bilim insanları, bitki hücreleri arasında gerçekleşen karmaşık sinyaller ve ayrıca tekil bitkiler arasında meydana gelen iletişim hakkında daha fazla şey öğrendikçe; bunları, hayvanlardaki kıyas yapılabilen güzergâhlar ile bağlantılandırma isteği doğuyor.
Örneğin, ‘kovan zekası’ terimini bitkilere uygulama fikrini ele alalım.
Araştırmacılar, yazdıkları raporda şöyle aktarıyorlar: “Bu fikre göre, bitki davranışı; tekil hücre ve dokuların eşgüdümünden ortaya çıkıyor ve bu, bir arı kovanının üyeleri arasında gerçekleşen iletişim ve işbirliğinden kaynaklanan sorun çözme davranışına örnek teşkil ediyor”
“Ancak, bu benzetmede birkaç tane sorun var.”
Öncelikle; tekil bitkilerin içerisindeki hücrelerden farklı olarak, arıların serbest biçimde gelip gidebildiklerini iddia ediyorlar. Ayrıca; bir böcek sürüsünün tekil bireyleri arasında, büyük derecede genetik bir çatışma da mevcut ve üreme söz konusu olduğu zaman, bu durum önemli bir farklılık yaratıyor.
Ancak bunlardan daha sorunlu görünen benzetimlerden biri de; en azından bazı bitkilerin bilinçli olabileceği görüşü.
Felsefeciler, yüzyıllar öncesinden başlamış olsalar bile; bu konuda belirgin sınırlar öne sürmekte zorlanmışlar. Çağdaş sinirbilimciler bile, bu olgudan insanlarda sorumlu olan anatomik yapıyı belirlemek için uğraşıyorlar.
Doku tepkilerini hayvan benzeri koşullarda tercüme ettiğimiz zaman; bitki köklerinin uçlarında belirlenen sinir benzeri faaliyetin, ‘beyin benzeri bir şey’ olabileceğini iddia edenler de çok ileri gidebiliyor. Özellikle; o şekilde düşünmediğimiz halde, fiili sinir sistemlerine sahip bir sürü hayvan varken…
“Ayrıca, eğer bilinci olmayan hayvanlar varsa; o halde bırakın beyinleri, sinirleri bile olmayan bitkilerin de bilinçlerinin olmadığından gayet emin olabilirsiniz” diyor Taiz.
Bazı bakımlardan; bitki biyolojisi için henüz erken olduğunu söylemek mümkün.
Gelecekte daha fazla araştırma yapılır ve bir gün; bitkiler kendi işlerine bakarken yürüttükleri bazı hesaplama çeşitlerinin, bilinçli olarak düşündüğümüz hayvanlar ile kıyaslanabilir olduğu gösterilirse, belki o zaman yeniden düşünmek zorunda kalabiliriz.
Ancak Taiz ve meslektaşları, bitki nörologlarının görüşlerini dayandırdıkları türden deneylerin, böylesi cesur bir iddiayı öne sürmek için gereken kesinlikten yoksun olduğunu iddia ediyorlar.
“Bitki nörobiyolojisi camiasında, kendi alanlarını ders kitaplarında görmek isteyen pek çok insan olduğunu biliyorum; ancak şimdiye kadar, ortada cevaplanmamış çok fazla soru var” diyor Taiz.