Paris İklim Anlaşması, geçen hafta yürürlüğe girdi. Peki şimdi ne olacak? Uzmanlara göre, Türkiye’nin yeni bir yol haritası belirlemesi ve acilen kömürlü termik santrallerden vazgeçmesi gerekiyor.
Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında imzalanıp bir yıl sonra yürürlüğe girdi. Asıl amacı küresel iklim değişikliğini 2 dereceyle sınırlandırmak ve mümkün olduğunca 1,5 derecede tutmak olan anlaşmaya göre, ülkelerin gönüllü olarak karbon emisyonlarını azaltan hedefler belirlemesi gerekiyordu.
Anlaşmaya taraf olan yaklaşık 200 ülke, beyanlarını bildirdi. Ancak Türkiye, bu anlaşmayı beş yıl boyunca yürürlüğe sokmadı. Anlaşma, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının ardından, geçen hafta, mecliste oy birliği ile onaylandı.
Artık Paris Anlaşması resmen Türkiye için de geçerli. Ancak herkesin aklında aynı soru var: Şimdi ne olacak?
Türkiye şimdilik, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adını değiştirmekle yetindi. Bakanlığın yeni adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı oldu.
Şimdi hesap sorabilme vakti
Türkiye’de 20 yılı aşkın süre önce kurduğu Açık Radyo aracılığıyla iklimle mücadelenin bir parçası olan Ömer Madra, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nın aleyhte hiç oy olmadan meclisten geçmesini çok önemli bir gelişme olarak değerlendirdi. DW Türkçe’ye konuşan Madra, şimdi iklim konusunda hesap sorabilme imkanı doğduğunu söyledi.
Madra, “Bundan önce çok muğlak belirsiz bir durum vardı. Ama şimdi bizzat en yetkili kişi Cumhurbaşkanı’nın ağzından açıklandı. Biz bunun takipçisi olacağız. ‘En büyük çevreci biziz, en büyük düşman iklim ve biz bununla mücadele edeceğiz’ dedi. Şimdi ‘neden bununla mücadele etmiyorsunuz?’ deme, bugüne kadar mücadele veren aktivistlerin de bilim insanlarının da akademisyenlerin de söyledikleri hesap sorabilme imkanı var. Bu sonu derece önemli” dedi.
Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Madra, iklim politikası açısından çelişki olarak değerlendirilebilecek bir gelişmeye de dikkat çekti: “Mesela bu karar meclisten çıktığı gün, 2010 yılında satın alınan Yavuz isimli petrol araştırma gemisi Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz aramalarının ardından Karadeniz’e açıldığı haberlerini okuduk. Bu iki olgu arasında çelişki var. Bunun giderilmesi ve bunun söylenebilmesi lazım.”
Paris Anlaşması’na taraf olmanın fosil yakıtlardan mutlak suretle vazgeçmek anlamına geldiğini belirten Madra, “Bu aynı zamanda yenilenebilir enerjiye doğru, rüzgar ve güneş enerjisi ağırlıklı enerjiye geçilmesi demektir” değerlendirmesinde bulundu.
“İlk adım kömürden çıkmak olmalı”
İklim aktivistlerine göre, Türkiye’nin atması gereken en acil adım, kömürlü termik santral projelerinden vazgeçmesi.
Kömürün Ötesinde Avrupa (Europe Beyond Coal) Kampanyacısı Duygu Kutluay, Türkiye’nin samimiyetini göstermesi için bunu açıklaması gerektiğini ve tamamen kömüre bir son vermek için de bir tarih belirlenmesinin zorunlu olduğunu vurguladı.
Kutluay’a göre, Paris Anlaşması’nı onaylamak, aslında küresel iklim değişikliğini 1,5 derecede tutmak için hükümetlerin anlaştığı niyet doğrultusunda hareket edeceğini beyan etmiş olmak anlamına geliyor.
Ancak anlaşma çerçevesinde herhangi bir bağlayıcılık ve herkese uyan bir yol haritası söz konusu değil. Her ülke kendi gerçeklerine, kendi gereksinimlerine göre bir yol haritası benimsiyor.
Peki Türkiye’nin yol haritası ne olacak?
Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Erinç Yeldan ve bir grup bağımsız araştırmacı ve akademisyen, Türkiye’nin iklim politikasının geleceğini mercek altına alan bir akademik çalışma yürüttü. Söz konusu çalışmada, Türkiye’nin Paris sonrasında emisyon hedefinin nasıl olması gerektiği, buna nasıl kaynak ayrılabileceği ve Türkiye’nin kazançlarının ne olacağı gibi sorulara yanıt aradı.
Yeldan, “Avrupa Yeşil Mutabakatı ve net sıfır emisyon hedefi sanki bir tehdit, Türkiye’nin sanayileşmesinin vazgeçmek, enerji güvenliğinden vazgeçmek diye bir tehdit algısı olarak görülüyor” değerlendirmesinde bulunurken, net sıfır emisyon hedefiyle birlikte yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:
“Enerjide yeniden dönüşüm, tarımda tarladan sofraya organik tarım, biyoçeşitliliğin korunması, ormancılığın korunması, akıllı binalar, ulaşım sektöründe elektrikli arabalar ve demir çelik çimento ve diğer endüstriyel proseslerin rehabilite edilmesi… Bunların ikame mallarla yeniden güçlenmesi. Yenilenebilir enerji ve yeşil işler… Tüm bunları yaparken de yepyeni ve uluslararası çalışma örgütünün insan onuruna yakışır yeşil iş tanımı içerisindeki iş sahalarının açılması Türkiye gibi ülkelere çok önemli fırsatlar sunuyor.”
Paris Anlaşması’nın Türkiye için ciddi anlamda bir fırsat olduğunu belirten Yeldan, “Türkiye dikkatli bir stratejik tasarım ile zaman ufkunu 2050 ve hatta daha ilerisine taşıyacak uzun dönemli bir strateji çerçevesinde kamu özel sektör iş birliği içerisinde kamunun tasarımlarıyla birlikte gerek ulusal, gerek uluslararası desteğiyle birlikte yepyeni bir yatırım, sanayileşme, her şeyden önce de bölgesel eşitliğe önem veren kalkınma hamlesi gerçekleştirebilir” diyor.
Gerekli olan kaynak 5 milyar dolar
Ancak tüm bunları hayata geçirebilmek için yeni yatırımlar gerekiyor. Peki bunun maliyeti ne kadar ve nereden kaynak bulunacak?
Bu soruya yanıt arayan bir çalışmaya da imza atan Prof. Yeldan, “Çok basit bir çalışma yaptık. Örneğin şu anda mevcut görünümde Türkiye milli gelirimizin kabaca yüzde 0,5’i, binde 5’i kadar bir kaynağı, kamu kaynağını kömür üreticisi dolaylı ya da dolaysız olarak aktarıyor. Eğer bu rakamı sadece sıfırlarsak yani kömür teşviklerinden vazgeçersek bunu başka yerde kullanmazsak dahi, sadece kömüre yaratılan bu önceliklerin, teşviklerin kaldırılması bile bizim karbon emisyonlarımızda yüzde 5’lik bir azaltıma neden oluyor.”
Yeldan’ın yaptığı hesaplamalara göre, Türkiye’nin 800 milyar dolarlık milli geliri düşünüldüğünde, 4 ila 5 milyar dolar arasında bir harcama yapıldığı takdirde, dönüşümün ilk maliyetlerinin yeni bir kaynak yaratılmaksızın karşılanması mümkün olacak.
Prof. Yeldan, “Altını çiziyorum, bu bir fırsattır. Kaynak da hem Türkiye’de var, hem de orta uzun dönemde yaratılmaya devam edecektir” diyor.
Türkiye’nin katkı beyanı yetersiz
Paris Anlaşması’nı yürürlüğe sokarak yeni bir yola giren Türkiye’nin, ulusal bir katkı beyanı açıklaması bekleniyor. Peki bu nasıl bir beyan olacak?
Yıllardır dünya çapında düzenlenen iklim zirvelerini takip eden ve hükümetlerin bu konuda attığı adımları yakından takip eden Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Semra Cerit Mazlum, şu değerlendirmede bulunuyor:
“Taraf olurken ülkeler devletler, ilan ettikleri ulusal katkı belgeleriyle taraf oldular. Bazı taraf olanlar katkı belgelerini değiştirdi. 2020 öncesi değiştirenler oldu. Tüm taraf devletler, öngördüğü şekliyle 2020 ile ulusal katkı belgelerinin güncellemesi, ilerleme gösterecek şekilde güncellenerek yeniden sunulması bekleniyordu. Pandemi nedeniyle geçen yıl Birleşmiş Milletler Taraflar Konferansı yani ‘iklim zirvesi’ yapılamadı. 2021’e kadar bu süre uzatıldı.”
Prof. Dr. Mazlum’un anlattığı bilgilere göre, Türkiye’nin, anlaşmaya 2020 tarihini geçirerek taraf olduğu için ulusal katkı belgesini güncellemesi bekleniyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, mevcut ulusal beyanla Paris Anlaşması’na taraf olunduğunu ilan etti. Bu da yeni bir beyanın kısa sürede gelmeyeceği anlamına geliyor.
Türkiye, Paris Anlaşması hazırlandığı süreçte, 2015’te bir katkı beyannamesinde bulundu. Diğer gelişmiş devletlerin aksine kesin bir sera gazı emisyonu azaltımı yerine, geleceğe yönelik beklenen artıştan bir azaltım hedefi koydu.
Mazlum, Türkiye’nin daha yüksek bir hedefle katkı beyanında bulunması gerektiğini belirterek, “Ancak Türkiye’nin ulusal katkı belgesi çok yetersiz” diyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı’na paralel olarak Türkiye’nin 2053 yılı için net sıfır hedefi var. Ancak Türkiye’nin şu ana kadarki açıkladığı ulusal katkı beyanı 2023 yılını hedef alıyor.
Net sıfır hedefi, karbon emisyonlarının yutak alanlarla ortadan kaldırılması ve emisyonların sıfıra indirilmesi anlamına geliyor. En yaygın yutak alanlarsa, ormanlar. Türkiye’nin bunu yapabilmesi için, en kısa zamanda bir yol haritası belirlemesi gerekiyor. Prof. Dr. Mazlum, bu hedefi gerçekleştirmek için 2053’e 5-10 yıl kala işe koyulmanın yetersiz olacağını, bu nedenle şimdiden planların yapılıp katkı beyanlarının açıklanması gerektiğini hatırlatıyor.