Türkiye İçin Fatura Ağır Olacak

1971’de çevresiyle birlikte bir yeryüzü cenneti olan Ramsar kenti, bugün Mollaların yönettiği İran’ın betona yenik düşen plansız turizm kentlerinden birine dönüştü. Sulak alanların koruma statüsüne adını veren Ramsar’ın bugünkü durumu, sulak alanların geleceği açısından karamsar bir tablo çiziyor. Sulak alanlar açısından dünyanın en şanslı coğrafyalarından biri olan Türkiye’deki hızlı yok oluş ise küresel iklim değişikliğinin getireceği dramatik sonuçlara da adeta davetiye çıkarıyor. Bir yanda suyu çekilen bir ülke, diğer yanda ise suyu plansız ve hoyratça kullanan idareciler. 2 Şubat’ların suya yas tutulduğu günlere dönüşmesinin faturası çok ama çok ağır olacak…

İşte son yıllarda adeta suya yas gününe dönüşen 2 Şubat’larda Ramsar’dan Türkiye’ye sulak alanların dramatik yok oluşu…

Bugün 2 Şubat. Bu tarihin bütün dünyadaki sulak alanlar için özel bir anlamı var. Geçtiğimiz yüzyılda insanın da dâhil olduğu tüm canlılar için hayati öneme sahip olan sulak alanların hızla yok olmaya başlamasının ardından atılan adımlar, 1971’de İran’ın Ramsar kentinde imzalanan bir sözleşmeyle somut koruma kararıyla sonuçlandı. Elbruz Dağları ile Hazar Denizi arasındaki verimli düzlüklerde yer alan Ramsar kenti, sulak alanları ve yarı tropik iklimiyle adeta bir yeryüzü cennetiydi ve sulak alanların korunmasına yönelik bir sözleşmeye ev sahipliği yapmak için ideal bir merkezdi.

ÖNCE RAMSAR’IN KENDİSİ BOZULDU

Ancak 1971’de çevresiyle birlikte bir yeryüzü cenneti olan Ramsar kenti, bugün Mollaların yönettiği İran’ın betona yenik düşen turizm kentlerinden birine dönüştü. Dünyanın sulak alanlarının korunması için yapılan toplantıya ev sahipliği yapan ve adını sulak alanlara bir koruma statüsü olarak veren Ramsar bugün dünyanın en çok tahrip edilen sulak alanlarını barındırıyor. Mazenderan Eyaletine bağlı bir kent olan Ramsar ile Hazar Denizi kıyısı boyunca doğuya doğru uzanan sahil kentleri çarpık betonlaşmaya kurban edilmiş durumda. Havalimanı, otoyol ve plansız turizmin getirdiği, çoğu terk edilmiş otel inşaatları Ramsar ve çevresindeki kıyı yerleşimlerini adeta beton çöplüğüne çevirmiş. Bir başka deyişle önce Ramsar’ın kendisi bozulmuş durumda.

TÜRKİYE’NİN RAMSAR KARNESİ ZAYIF

Bu konuda Türkiye’nin durumu da pek parlak değil. 2 Şubat 1971’de Ramsar’da imzalanan ‘Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi’ne Türkiye 17 Mayıs 1994’ten itibaren resmen taraf oldu. Uluslararası öneme haiz sulak alanların dünya mirası olarak kabul edilerek tüm insanlık ve gezegenin geleceği adına korunması fikri oldukça önemli bir adımdı. Bu, sadece sulak alanların değil, aynı zamanda bu alanlarda ve çevresinde yaşayan ve yaşamını buna bağlı sürdüren insan topluluklarının ürettiği kültürün de korunması anlamına geliyordu. Ancak Ramsar Sözleşmesinin yapıldığı ülke olan İran başta olmak üzere aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkede sulak alanlar hızla yok oluyor.

Türkiye’de Ramsar Sözleşmesi kapsamında uluslararası önemde sulak alan olarak koruma altına alınan toplam 14 sulak alan bulunuyor. Ancak Türkiye’nin sahip olduğu sulak alanlar Ramsar Alanı olarak koruma altındaki doğal göllerle sınırlı değil. Ulusal öneme sahip toplam 56 sulak alan bulunan Türkiye, doğal göl ve nehir ekosistemleriyle binlerce yıldır değişik uygarlıkların gelişip yaşamasına ev sahipliği yapıyor.

KORUNMASI GEREKEN RAMSAR ALANLARI KURUDU

Türkiye’nin altına imza koyduğu sözleşme ile korumaya söz verdiği ilk Ramsar alanlarından Burdur Gölü son 40 yılda su hacminin neredeyse yarısını kaybederek kuruma periyoduna girdi.

1994’te Ramsar Alanı ilan edilen Mersin’deki Göksu Deltası’nı besleyen Göksu Çayı’nın suları Konya Ovası’nın sulanması için taşındı.

Kırşehir’deki Seyfe Gölü, Kayseri Sultan Sazlığı, Kars Kuyucuk Gölü, Konya Meke Gölü gibi Ramsar alanları ise ya tamamen kurudu ya da mevsimsel olarak oluşan su birikimleriyle can çekişiyor.

Ramsar Alanı olan İzmir’deki Gediz Deltası otoyol ve kentleşme, Adana’daki Akyatan ve Yumurtalık Lagünleri ise çevresindeki kömürlü termik santral projelerinin tehdidi altında.

Balıkesir’deki Manyas Gölü de Türkiye’nin ilk Ramsar Alanlarından biri olarak kuruma tehdidiyle karşı karşıya. Aynı bölgedeki Bursa Uluabat Gölü kirlilik ve kuraklıkla boğuşan sulak alanlardan.

Geriye kalan 2 Ramsar alanından biri Konya Kızören Obruğu. Konya Ovası ve çevresinde sulu tarımın teşvik edilmesiyle birlikte ortaya çıkan yoğun su tüketimi yeraltı sularını büyük ölçüde yok etti ve Kızören Obruğunun da bulunduğu bölgedeki çökmeler yüzünden yüzlerce yeni obruk oluştu. Bu arada Kızören Obruğunun suları da büyük ölçüde çekildi.

2013 yılında Ramsar Alanı ilan edilen Bitlis’in Tatvan ilçesindeki volkanik bir göl olan Nemrut Kalderası ise tüm sulak alanları içinde en iyi durumda olanı. Bunun bir nedeni de oldukça yüksek rakımlı bir bölgede bulunmasından dolayı çevresinde insan baskısının sadece yaz aylarındaki ziyaretlerle sınırlı olması.

KIZILIRMAK DELTASININ UNSECO DOSYASI GERİ ÇEKİLDİ

Samsun’un Bafra ilçesindeki Kızılırmak Deltası, Gediz Deltası ile birlikte Türkiye’nin UNESCO Dünya Doğa Mirası listesine alınması için başvuruda bulunduğu sulak alanlar. Ancak Kızılırmak Deltasında üç yıl önce atılan olumlu adımlar ve radikal koruma önlemlerinin yerini atalete bıraktığı gözleniyor. Geçtiğimiz yaz bölgeye yaptığımız ziyarette, alanda daha önce gözlenen özenli yönetim ve doğa koruma uygulamalarının yerini özensizliğe terk etmesi dikkat çekiyor. Buna bir de Türkiye’nin UNESCO’ya sunduğu Kızılırmak Deltası dosyasını “eksikler olduğu” gerekçesiyle geri çekmesi de eklenince akıllardaki soru işaretleri çoğalıyor.

DÜNYADAKİ SULAK ALANLARIN ÜÇTE İKİSİ 100 YIL İÇİNDE YOK OLDU

UNESCO’nun hazırladığı bir rapora göre 1900’lerin başından bu yana tüm dünyadaki sulak alanların yaklaşık üçte ikisi yok oldu. Türkiye’de ise son 50 yılda kaybettiğimiz sulak alan miktarı Marmara Denizi’nin büyüklüğünden fazla.

DSİ’NİN SULAK ALANLARLA İMTİHANI

Türkiye’nin sulak alanlarının korunması için anayasal görev verilen kurumların başında gelen DSİ, sulak alanları besleyen doğal su kaynakları üzerinde birbiri ardına beton projeleri hayata geçirerek barajlar ve göletler inşa ediyor. Kuru tarım yapılan bölgelerde sulu tarımı teşvik eden üretim politikalarının bir parçası olan bu uygulamalar, hem ürün desenini değiştiriyor hem de içilebilir su kaynaklarının yüzde 70’inin tarımsal üretimde kullanılmasına yol açıyor. Bu yöndeki eleştirilere kulağını tıkayan DSİ yönetimi, tohumdan gübreye, pestisitten herbisite (tarımsal zehirler) bağımlı bir üretim modelini “ekonomik büyümeye katkı” olarak görüp savunurken, aynı zamanda bu sayede tek tipleştirilen tarımsal üretim ile yerel çeşitlerin kaybolmasına da neden oluyor.

EBER GÖLÜ KURUDU, DSİ AFYON’DA HAREM-SELAMLIK PLAJ YAPIYOR

DSİ Genel Müdürü Mevlüt Aydın, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, Afyonkarahisar’a 17 yıl içinde 40 baraj ve 23 gölet inşa ettiklerini belirterek, 10 baraj ile 3 göletin inşaatının ise sürdüğünü söyledi. İnşaatı devam eden göletlerin içinde haremlik selamlık bir plaj ve sosyal tesisleri de içeren Demirçevre Göleti de bulunuyor. Ayrıntılar için bakınız: (https://odatv.com/bakandan-memleketine-harem-selamlik-plaj-0312171200.html)

Kentte inşa edilen bunca gölet ve baraja karşın, doğal göllerin kuruması da sulak alan politikalarının tutarsızlığının bir kanıtı olarak görülüyor. Çay ve Sultandağı ilçelerinde yer alan ünlü Eber Gölü de mevsimsel olarak kuruyan göllerden birine dönüştü. Eber Gölü kururken, gölü besleyen dereler üzerinde yükselen baraj projeleri ise DSİ yetkilileri tarafından dökülen beton hacmi ve gövde yükseklikleri üzerinden yerel halka kurtuluş umudu gibi pazarlanıyor.

SUYU PLANSIZ KULLANMANIN FATURASI AĞIR OLACAK

Sulak alanlar açısından dünyanın en şanslı coğrafyalarından biri olan Türkiye’deki hızlı yok oluş, küresel iklim değişikliğinin getireceği dramatik sonuçlara da adeta davetiye çıkarıyor. Bir yanda suyu çekilen bir ülke, diğer yanda ise suyu plansız ve hoyratça kullanan idareciler. 2 Şubat’ların suya yas tutulduğu günlere dönüşmesinin faturası çok ama çok ağır olacak…

Kaynak: odatv.com-Yusuf Yavuz

https://odatv.com/turkiye-icin-fatura-agir-olacak-02022036.html

Bu Yazıyı Paylaşın