YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas | : 2020/128 |
Karar | : 2022/1415 |
Tarih | : 02.11.2022 |
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
Davacı vekili 22.07.2013 harç tarihli dava dilekçesinde; … İli, … İlçesi, … Mahallesi, 379 ada, 27 parselde bulunan taşınmazın meskene ait 7/650 payı ile özel depoya ait 7/670 payının 79 yaşındaki müvekkili adına kayıtlı olduğunu, taşınmazın mevki olarak çok revaçta ve kentsel dönüşüm kapsamında bulunması nedeniyle pek çok müteahhidin ilgilendiğini, müvekkilinin tek oğlu bulunduğunu ve davalıların da torunları olduğunu, ancak 12 yıl önce oğlunun eşinden boşanarak yeniden evlendiğini, davalıların ise anneleri ile birlikte davaya konu evde oturmaya devam ederek davacıya düzenli şekilde kira ödediklerini, davacının …’te yaşaması ve apartmanda birlik sağlanamaması nedeniyle müteahhitlerden gelen tekliflerin yıllarca sürüncemede kaldığını, bu aşamada torunlarının resmî işlerde söz sahibi olmadıkları gerekçesiyle müvekkilinden defalarca yetki isteyip baskı yaptıklarını, davacının meskene ait ¼ payı 2003 yılında davalı …’e devrettiğini, sonrasında da müvekkilinin sadece müteahhitlerle yapılacak anlaşmalarla ilgili yetki verdiğini zannederek 2011 yılının Nisan ayında tapuya götürüldüğünü, taşınmazın 3/4 payının satış gösterilerek davalı … adına tescil edildiğini, o sırada diğer davalının yurt dışında olduğunu, Türkiye’ye döndüğünde yine aynı saikle tapuya götürülen davacıdan bu defa da deponun tapusunun alındığını, devir karşılığında davacıya hiçbir bedel ödenmediğini, hesabına görüntü amaçlı 60.000TL para yatırılmış ise de müvekkilinin bankaya götürülerek paranın çektirildiğini ve elinden alındığını, müteahhitlerle anlaştığını zanneden davacının bir satış amacı ve iradesi bulunmadığını, davalıların asıl maksadının müvekkilinin tek çocuğu olan babalarının ikinci evliliği sebebiyle ikinci eşine düşecek olan mirastan mal kaçırmak olduğunu, davacının yaşı gereği içinde bulunduğu acziyet sebebiyle yapılan işlemleri anlamadığını, durum bu şekilde olmasına karşın davalıların müvekkiline 950TL kira ödemeye devam ettiklerini, müvekkilinin en nihayetinde Ramazan ayı öncesinde …’a gelince durumu öğrendiğini ileri sürerek, davalılar adına yapılan tescillerin iptaliyle davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Cevabı:
Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkillerinin anne ve babalarının boşandıktan sonra davacının emekli maaşının kendisine yetmediği gerekçesi ve endişesi ile torunları olan davalılara, kendisine ömür boyu bir emekli maaşı vermeleri kaydıyla dava konusu taşınmazları devredeceği konusunda söz verip, 2003 yılında evin yarı payını kendisinde bırakarak diğer yarı payını müvekkillerine devrettiğini, bu nedenle davalıların 2003 yılından itibaren artan oranda davacıya para ödediklerini, 2011 yılında ise davacının …’e yerleşmeye karar verdiğini, bu nedenle kalan yarı payı da satmak istediğini, karşılığında 60.000TL para aldığını, taşınmazın ara sokakta ve … katta olduğunu, 2011 yılında yarı payın bu değerde olduğunu ve tapuda gerçek bir satış yapıldığını, kaldı ki 2011 yılında kentsel dönüşüm gibi bir durumun söz konusu olmadığını, bu konudaki yasanın 2012 yılında yürürlüğe girdiğini, ayrıca satıştan sonra babaannelerinin bakımsız kalmaması için her ay kendisine para ödemeye devam ettiklerini, satışların davacının iradesine uygun şekilde yapıldığını, davacının aradan 10 yıl geçtikten sonra taşınmazın müteahhitler tarafından yeni bina yapılmak istenmesi sonucu taşınmazın değer kazanmasını fırsata dönüştürmek istediğini ve kötü niyetli olduğunu, davacının oğlu …’ün etkisinde kalarak dava açtığını, ayrıca dava dilekçesinde hangi satış işlemi için iptal talebinde bulunulduğunun belli olmadığını, ilk satışın üzerinden 10 yıl, ikinci satışın üzerinden ise 2 yıl süre geçtiğini, iddianın gerçek dışı ve haksız olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
… Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.04.2015 tarihli ve 2013/153 E., 2015/132 K. sayılı kararı ile; davacı tanık beyanlarından, davalıların babaanneleri olan davacıya müteahhit ile yapılacak resmî işlemlerde kullanacaklarından bahisle imzası gerektiğini söyleyip tapuya götürdükleri, satış işlemi yaptıklarını gizledikleri, davacının müteahhit ve apartman yönetimi ile ilgili işlemler sebebiyle imza verdiği zannı ile tapuda satış işlemine imza attığı, 27.08.2003 tarihinde 57.605TL olan 2/4 payın 20.000TL’ye; 26.04.2011 tarihinde değeri 330.979TL olan 2/4 payın ise 47.000TL’ye satıldığının işlem akit tablosunda gösterilmesine rağmen 60.000TL ödendiği savunularak banka kaydına dayanıldığı, ancak davacı tarafça belirtildiği üzere aynı miktar paranın bir gün sonra çekildiği, çekilen para karşılığında davacının mal varlığına ikame değerin girmediği, 21 numaralı deponun 16.08.2011 tarihindeki değerinin 224.836TL olmasına rağmen 37.000TL’ye satış gösterildiği ve tüm satış işlemlerinin rayiç değerlerin çok altında olduğu, bir kimsenin satın aldığı taşınmaza kira ödemesinin hayatın olağan akışına uygun olmamasına rağmen davalıların davacıya düzenli kira ödemeye devam ettikleri, bu durumun eylemlerini gizlemeye yönelik davranış olduğu, böylece davacının iradesinin davalılar tarafından sakatlandığı, devir sırasındaki iradesinin satışa yönelik olmadığı, müteahhit ve apartman yönetimi ile ilgili işlemler sebebiyle imza verdiği kanaatine ulaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davalılar adına kayıtlı payların iptaline ve taşınmazın tapu kaydının davacı adına tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davalılar vekili tarafından süresi içinde temyiz isteminde bulunmuştur.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.03.2018 tarihli ve 2015/9268 E., 2018/1720 K. sayılı kararı ile;
“…Davacının, 1 numaralı bağımsız bölümün 2/4 payını 27/08/2003 tarihinde eşit paylar ile davalılara satış suretiyle temlik ettiği, kalan payı ise 26/04/2011 tarihinde yine satış suretiyle davalı …’ye devrettiği, 25/04/2011 tarihinde davalı … tarafından davacının banka hesabına 60.000,00 TL para yatırıldığı, paranın daha sonra davacı tarafından bankadan çekildiği, 21 numaralı bağımsız bölümün ise 16/08/2011 tarihinde satış suretiyle davalı …’e devredildiği, yargılama sırasında kentsel dönüşüm projesi kapsamında 26/06/2013 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile taşınmazın yıkılarak yerine yeni bina yapıldığı ve davalıların 3 numaralı bağımsız bölümde 1/2’şer oranda paydaş oldukları sabittir.
Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince; davacının 27/08/2003, 26/04/2011 ve 16/08/2011 tarihli üç ayrı işlem ile davalılara temliki gerçekleştirdiği, dinlenen davacı tanıklarının davacının iddialarını kanıtlar mahiyette bilgi vermediği görülmektedir.
Davacının üç ayrı işlemle temliki gerçekleştirdiği gözetildiğinde, bunlardan birinde aldatılmış olduğu kabul edilse bile üç işlemin de hileli olduğunu söylemek hayatın olağan akışına aykırıdır.
Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden temliklerin iradi olduğu ve hile iddiasının kanıtlanamadığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir,…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
… Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.01.2019 tarihli ve 2018/502 E., 2019/13 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, dava konusu taşınmazın davacı tarafından tapuda yapılan üç ayrı işlemle davalı torunlarına temlik edildiği gözetildiğinde, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre her üç işlemde de davacının iradesinin hile ile sakatlandığı iddiasının ispat edilip edilmediği, varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere, özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulmaktadır. Bu bağlamda kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukukî işlemin temel kurucu unsurudur. Bu nedenle hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.
Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b., Ankara 2017, s. 392).
İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 30 ila 39. maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “…ilzam olunamaz.” (BK.23), “…o akit ile ilzam olunmaz.” (BK.28), “…kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK.29/I), TBK’nda ise “… bağlı olmaz.” (TBK.30), “…sözleşmeyle bağlı değildir.” (TBK.36 ve 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukukî işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Kanunlarımızda iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Ayrıca irade bozukluğu sadece sözleşmelere özgü bir sakatlık hâli olmayıp, tek taraflı hukukî işlemler için de geçerlidir.
Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk hâlidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukukî işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır.
Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olarak TBK’nın 36. maddesinde; “Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.
Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir.
Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.
Görüleceği üzere hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararlarında, hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK. m.36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s. 414 vd., HGK’nın 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararları).
Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukukî ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Ancak, iradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması TBK’nın 39. (BK m. 31.) maddesinde belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (TBK m. 39/1).
Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarih ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.
Diğer taraftan, aldatmayı (hileyi) ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukukî işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7. maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, hile olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
Somut olayda; … İli, … İlçesi, … Mahallesi, 379 ada 27 parselde bulunan 1 numaralı bağımsız bölüm davalıların babaannesi olan davacı adına kayıtlı iken, davacı 27.08.2003 tarihinde taşınmazın 2/4 payını kendi üzerinde tutarak, 2/4 payını eşit paylar ile davalılara satış suretiyle 20.000.000.000TL bedelle temlik etmiş, kalan payı da 26.04.2011 tarihinde yine satış suretiyle 47.000TL bedelle bu defa sadece davalı …’e devretmiştir. Aynı yerde bulunan ve niteliği özel depo olan 21 numaralı bağımsız bölümü ise 16.08.2011 tarihinde 37.000TL bedelle diğer torunu …’e satmıştır. Ancak, yargılamanın devamı sırasında kentsel dönüşüm projesi kapsamında tüm kat malikleri ile yüklenici arasında 26.06.2013 tarihli taşınmaz satış vaadi ve inşaat sözleşmesi yapılmış, bu sözleşme kapsamında eski bina yıkılarak yerine yeni bir bina inşa edilmiş ve yeni binanın 3 numaralı bağımsız bölümü 1/2’şer paylarla davalılar adına tescil edilmiştir.
Yukarıdaki genel açıklamalar kapsamında somut olay ele alındığında; davacı taraf tapuda 27.08.2003, 26.04.2011 ve 16.08.2011 tarihlerinde üç ayrı resmî işlemle gerçekleştirilen tüm bu temliklerin aldatma (hile) ile sakat olduğunu ileri sürerek, davalılar adına yapılan tescillerin iptalini talep etmiş ise de dava dilekçesinde 27.08.2003 tarihinde yapılan ilk satış işlemi bakımından davacının iradesinin ne şekilde hile ile fesada uğratıldığı konusunda herhangi bir vakıa ileri sürülmemiştir. Davacının yaşının verdiği acziyet nedeniyle yaptığı işlemleri anlayamadığı ileri sürülmüş ise de davacı bu satış işleminin yapıldığı tarihte 69 yaşında olup, işlem yapmak üzere tapu müdürlüğüne gittiğini anlayacak durumda olmadığı yönünde bir iddia bulunmamaktadır. Kaldı ki, satışa ilişkin resmî senedin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 16. maddesine göre akdi gerektiren işlemlerde resmî senet düzenlenir. Düzenlenen resmî senet memur tarafından müdür ve tarafların huzurunda okunur. Taraflar isterlerse resmî senedi kendileri de alıp okuyabilirler. Resmî senede tarafların fotoğrafları yapıştırılır. Taraflar resmî senetteki imza yerine “okudum” ibaresini yazdıktan sonra, hem imza yerlerini ve hem de karşılıklı birbirlerinin fotoğrafı üzerini imzalarlar. Davacı da kendi huzurunda okunan resmî senedi “okudum” ibaresini yazmak suretiyle ilgili yerlerini imzalamıştır. Resmî senette yapılan işlemin satış olduğu da açıkça yazmaktadır. Yine, Tüzüğün 101. maddesine göre tapu dairesinde akitli veya akitsiz işlemlerle ilgili olarak düzenlenen tapu senedi veya ipotek belgelerinin birer örneği, müdür tarafından hak sahiplerine verilir. Bu nedenle resmî senet içeriği kendi huzurunda okunmuş olan davacının, 2011 yılında yaptığı satış işlemlerinden sonra 2003 yılında yaptığı ilk temlik bakımından da iradesinin hile ile sakatlandığını ileri sürmesi, dava dilekçesinde o tarihteki herhangi bir vakıaya da dayanılmamış olması karşında inandırıcı bulunmamış ve iddianın ispat edilemediği sonucuna varılmıştır.
Davacının 2011 yılı içerisinde yaptığı satış işlemlerinin ise hilenin etkisi ile gerçekleştiğini kabul etmek için dinlenen davacı tanık beyanları yeterli değildir. Keza, resmî memur önünde yukarıda niteliği açıklanan şekilde yapılan işlemler bulunmakta olup, sadece davacının yaşı gereği kandırılmaya müsait olduğu olgu… dayanılmıştır. Ancak hem davacı hem de davalı tanık beyanlarından davacı babaannenin yaptığı işlemlerin mahiyetini anlayabilecek durumda olduğu, davalı torunlarını çok sevdiği ve onlara düşkün olduğu, özellikle başka iki dairesini satarak sermaye yapıp iş kurması için parasını oğluna veren ancak kurduğu işi yürütemeyen oğlu nedeniyle torunlarına bir mal kalmayacağını düşünen davacının temlikleri iradi olarak gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki, 26.04.2011 tarihinde davalılardan …’e yapılan pay satışından önce davacının banka hesabına 25.04.2011 tarihinde “ev yarı hisse bedeli” açıklaması ile adı geçen davalı tarafından 60.000TL para yatırılmıştır. Düzenlenen bilirkişi raporuna göre tapuda gösterilen satış bedelleri ile davalı tarafından yatırılan 60.000TL bedel taşınmazın gerçek değerinin altında ise de sırf bedelin düşük olması hilenin kanıtı olarak kabul edilemeyeceği gibi tarafların babaanne-torun oldukları gözetildiğinde temlikte düşük bedel gösterilmesi de hayatın olağan akışına uygundur. Aksine, tapuda uzun süreye yayılan üç ayrı işlemle yapılan devirlerin her üçünün de hilenin etkisiyle gerçekleştirildiğini kabul etmek hayatın olağan akışına aykırı olacaktır. Ayrıca kentsel dönüşüm nedeniyle taşınmazın yıkılıp yerine yenisinin yapılmasına ilişkin girişimlerin de davalılara yapılan temliklerden sonra ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Tüm bu nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından somut olayda hile iddiasının ispat edilemediği sonucuna varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre somut olayda her üç temlikin de bedelsiz ve hileli yapıldığının ispat edildiği, temliklerin iradi olması durumunda davacının bunu tek seferde yapma imkânı varken üç ayrı işlemin yapılmış olmasının dahi hilenin bir göstergesi olduğu, davalıların satın aldıkları taşınmaz için her ay kira ödemeye devam etmelerinin de hileli eylemlerini gizlemeye yönelik olduğu, bu nedenle yerel mahkemece aynı gerekçelere değinilerek verilen direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.11.2022 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı … 22.07.2013 tarihli dilekçesiyle torunları davalılar … ve …’in kendisini aldatarak sahip olduğu tek taşınmazın üç ayrı hileli işlemle elinden aldıkları iddiasıyla tapu iptal ve tescil talebinden bulunmuştur.
Davalılar eldeki davanın davacının oğlu kendilerinin babası …’ın baskısıyla açıldığını davacı ile aralarında yaptıkları şifahi sözleşme ile ömür boyu maaş ödenmesi kaydıyla dava konusu taşınmazı devraldıklarını, 2003 tarihinden itibaren ödemelerine devam ettiklerini 2011 yılında 60.000,00TL ödeme yaptıklarını satıştan sonra da babaanne bakımsız kalmasın diye her ay 950,00TL para gönderdiklerini belirterek, taşınmazın babaannenin kendi arzusuyla satıldığı veya hibe edildiğini savunmuşlardır.
Mahkemece davacının resmî işlemlerde imzasının gerektiği telkiniyle tapuya götürüldüğü müteahhit ve apartman yönetimine imza verdiği zannıyla tapu da imza attığı bedeller arasında fahiş fark olduğu davalıların satın alma savunmasına rağmen kira ödemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve davacı iradesinin sakatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hükmün davalılar tarafından temyizi üzerine Dairece “…. Davacı 27.08.2003, 26.04.2011 ve 16.08.2011 tarihinde üç ayrı işlemle davalılara temlikini gerçekleştirdiği, davacı tanıklarının davacının iddialarını kanıtlar mahiyette bilgi vermediği görülmektedir. Davacının üç ayrı işlemle temliki gerçekleştirdiği gözetildiğinde, bunlardan birinde aldatılmış olduğu kabul edilse bile üç işlemin de hileli olduğunu söylemek hayatın olağan akışına aykırıdır. Temliklerin iradi olduğu ve hile iddiasının kanıtlanamadığı” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiş, Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Somut olayda; davacı 05/06/1934 doğumlu olup, davalılar 06/05/1978 doğumlu …, 05/02/1982 doğumlu …’in babaannesidir. Davacının oğlu ile davalılar annesi 24.10.2000’de boşanmışlar, davacının oğlu 10.02.2001 tarihinde yeniden evlenip …a yerleşmiş, davalılar ve annesi ise …’da davacıya ait dava konusu evde oturmaya devam etmişlerdir. Davacı davalılar ve annelerinin taşınmazda kira karşılığı oturmalarına rıza göstermiş buradan aldığı kira bedeli ile tek başına …’te oturduğu dairenin kirasını karşılamıştır. Davalıların annesi apartman yöneticisidir. Davacı 27/08/2003 tarihinde kendisi 69 torunları 21 ve 25 yaşındayken … … … Mahallesindeki 1 nolu dairenin yarı payını eşit olarak davalılara satış suretiyle yine 26/04/2011 tarihinde davacı 77 yaşındayken bağımsız bölümde kalan ½ payını …’ye satış suretiyle 16/08/2011 tarihinde de dairenin eklentisi olan özel depoyu …’e satış suretiyle temlik etmiştir. Dava konusu taşınmaz 2013 yılında kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılıp yeni bina yapılmış 3 nolu bağımsız bölümde davalılar ½’şer pay sahibi olmuşlardır. Davalıların ilk temlikin yapıldığı 2003 tarihinden itibaren kira açıklamasıyla davacıya her ay ödemede bulundukları sabittir. Yine 22/04/2011 tarihinde davacı hesabına davalıların annesi tarafından evin yarı hissesi bedeli açıklamasıyla 60.000,00TL yatırılmış, bu ödeme dahi hileli işlemin kılıfı olarak düzenlenmiştir.
Hile (aldatma) genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Tüm dosya kapsamından yapılan üç temlikin de bedelsiz ve hileli olduğu sonucuna varılmıştır. Şöyle ki davacı tanığı …’ya davalı vekilinin talebi üzerine sorulmuş tanık “torunlarını çok sevdiği için tapuda satış gibi gösterip evleri hibe etmiş ise ben bilemem” şeklinde beyanda bulunmuştur. Davalılar cevap dilekçelerinde dahi satış yanında hibe savunmasında bulunmuşlardır. Davacının temliki iradi olsaydı yani torunlarına satış veya hibe gibi işlem yapmak isteseydi tüm işlemlerini tek seferde yapabilirdi, üç ayrı işlemin yapılmış olması dahi hilenin göstergesidir. Davalılar davacı ile hep yalnız görüşmüşler, akrabalarını uzak tutmuşlardır. Davacı ve davalılar arasında babaanne torun ilişkisi vardır. Davalılar bu güveni kötüye kullanıp davacıyı yanıltmışlar, eylemleriyle özellikle satın aldıkları taşınmaza kira adı altında her ay para ödeyerek bu yanlışlığın düzeltilmesine engel olmuşlar, yani pekişmesine yol açmışlardır. Satın aldıkları taşınmaz için her ay kira ödemesinde bulunmak hileli eylemlerinin gizli kalmasının amaçlandığına da bir karinedir. Asıl olan yaşlı ve yalnız yaşayan davacının sahip olduğu tek taşınmazını hiç bir ihtiyacı yokken üstelik üç ayrı işlemle torunlarını satışının hayatın olağan akışına aykırı olmasıdır. Davalılar savunmalarında babalarının davacıya ait iki daireyi sattırdığını dava konusu taşınmazın bu nedenle babaanneleri tarafından kendilerine satıldığını belirtmişlerse de satılan dairelerin parasının davalıların anne ve babaları tarafından birlikte işyeri açmak için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak her üç temlikin de iradi olmadığı öncelikle apartman yönetimi için sonrasında müteahhitlik işlemleri için kullanılacağı telkiniyle imzası alınmak üzere davacının tapuya götürülerek hileye uğratıldığı bu iddianın da davacı tanıklarının beyanlarıyla kanıtlandığı sabit olmakla Mahkemece verilen direnme kararı onanmalıdır. Sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.