Lakin hala kriz yok diyenlerin sayısı da epey fazla. En bariz örnekleri özellikle restoran, cafe ve/veya lüks araç satışları olarak gösteriliyor.
Bu önermede bulunanlar iki şeyi atlıyor:
1-) 2017’den bugüne ülkemizde olması gereken gelir ve istihdam düzeyi ile şu anki durum nedir? Basit bir hesapla söyleyeyim: Şu anda şişirilmiş ekonomi ile 32 milyon istihdam düzeyindeyiz. Oysa şişirilmemiş düzey ile 34 milyon istihdama ulaşmış olmalıydık.
2-Restoran, cafe, araba gibi tüketim göstergeleri yanında mesela ekmek kuyrukları, et kuyrukları ve/veya çürümüş meyve sebze toplayanlar pek dikkate alınmıyor.
Ülkemizin genel gelir düzeyi olması gerekenin altında kaldığı gibi, o gelirin paylaşımı da çok daha dengesizleşti.
“Biri yer bir bakar kıyamet ondan kopar” noktasına çoktan vardık. Neden yiyenleri hesaba katıyoruz da bakanları görmüyoruz?
ŞİŞİRİLMİŞ VERİLER
Şu anki ekonomik durumumuz 2 temel veri açısından gerçekleri göstermiyor.
1-) Özellikle gerçek enflasyon verisini bir türlü göremediğimizden aslında enflasyonist şişmeler reel büyüme gibi bize sunuluyor. Oysa gerçek enflasyon üzerinden hesaplayabilmiş olsaydık kişi başı gelir-refah düzeyimizin 2015’den beri hiç artmadığını görecektik.
2-) Bir başka ve asıl tehlikeli nokta ise şu anki durumun şişirilmiş olmasıdır. Negatif faiz ile toplumu aşırı tüketime iterek ekonomiyi sanal olarak şişirdik. Nitekim Mehmet Şimşek bu şişirilmiş kısmı kaldırmak için ‘kemer sıkma’ politikası uyguluyor.
Soru şu: Ekonomide şişkinlik alındığında gerçek reel düzeyimiz nerede denge bulacak?
ZOMBİ EKONOMİ
Türkiye ekonomisi iki temel noktada şişirildi.
1-) Ücretler reel olarak düşürülerek ucuz işgücü yaratıldı
2-) Faizler reel olarak negatife çekildi ve ucuz finansman sağlandı.
İşte bu iki ucuzluk kalemine bir de yüksek talep ekletildi ve ekonomimiz normal ötesi bir şişkinliğe ulaştırıldı. Son 2 yılda şirketler tarihlerinde bir daha göremeyecekleri kar seviyelerine ulaştı.
Ve artık bu sanal cennet bitiyor.
İşte burada kilit soru şudur: Bu zombi, yani sanal şişirilmiş ve şirketlerin bize maliyeti ne olacak?
Tek cevap vereyim: Bu zombi şirketlerin çoğu batacak ve işsizlik beklentilerin üzerinde bir seviyeye çıkacak.
FATURA ÖDEME ZAMANI
İki temel veriye bakıyorum. Ekonomik aktiviteyi yansıtan altın ve enerji hariç dış açık ne durumda? İşte orada yıllık açık hala 30 milyar doların üzerinde. Hatta Mayıs 2023’ün bile çok üzerindeyiz.
İşte bu veriyi tamamlayan ikinci veri: Tüketim malı ithalatında da hala zirvedeyiz. Orada da düşüş yaşanmıyor.
Lakin bunların yanında işsizlik verileri çoktan bozulmaya başladı. Geniş tanımlı işsizlik yüzde 22’lerden yüzde 27’lere çıktı bile.
Bu çok tehlikeli bir durumdur: Çünkü ilaç ile tedavide sonuç henüz alamadık ama ilacın yan etkisi tüm gücünü gösteriyor.
Nedenini söyleyeyim: İlacı yeterli dozda alamıyoruz. İşte onu 31 Mart seçimlerinin ardından alacağız. Asıl fatura o zaman çıkmaya başlayacak.
Hatta Merkez Bankası bunu görmüş olacak ki, ek önlemleri seçimleri beklemeden almaya başladı bile. Çok yakında işten çıkarmalar daha da hızlanacak ve piyasa yaprak kımıldamayacak noktaya gelecek. Çünkü buna mecburuz.
Altın ve enerji hariç dış denge 10-15 milyar dolar fazlaya geçmeden, tüketim malı ithalatı da 47 milyar dolardan 10 milyar dolar seviyelerine düşmeden bunu başaramayız.
Kasasında döviz olmayan bir ülke olarak net döviz ödeme pozisyonuna geçmek zorundayız.
ZENGİNLERİN YÜKÜNÜ FAKİRLER ÖDEYECEK
Faturayı neden daha çok ödeyeceğimizin bir nedenini de Bütçe üzerinden izah edelim: Sadece faiz ile tüketiciye kemer sıktırmakla bu iş olmuyor. Devletin de kemer sıkması gerekiyor. Oysa Hazine garantili müteahhitlerin ödemelerine yönelik hiçbir önlem alınmadı ve alınamaz. Onların garantilerine Şimşek bile dokunamaz.
Siz anladınız bunu.
O zaman faturayı kim ödeyecek? Elbette fakirler; yani sabit gelirliler. Ne emeklilerin ücreti reel olarak artırılabilir ne de çalışanların. Ücret zamları mecburen negatife indirilecek.
Yani lüks tüketim kuyruklarının acısını da fakirler ödemek zorunda kalacak. Bunu da kesin bilgi olarak yazın kenara…
ASIL SORUN KALICI YOKSULLUK
Bugün muhalefetin söylemlerine de tam olarak inanmayın. Kalıcı olarak dengenin sağlanması öyle sanıldığı gibi kolay değil.
Mesela bu ülkede teknoloji seviyesi 2007’den beri ilerlemiyor. İthalatımız pahalı ama ihracatımız ucuz. Bunu tersine çevirmek ve daha değerli mallar üretmek zorundayız.
Mevcut eğitim sistemi ve mevcut çalışma düzeni ile bunu asla ve asla başaramayız. Hatta ve hatta Türkiye’nin yapısal yıkımını durdurup yeniden refah artışına geçmesi için en az 10-15 yıllık ağır bir kalkınma programına ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi durumdaki tüm söylemler toplumu kandırmaya ve kalıcı sorunların çözümünü üstünün örtülmesine yol açacaktır.
Benim için asıl büyük risk tam da burasıdır. Kalıcı yoksulluktan nasıl kurtulur ve Türkiye’nin yıkılmasını nasıl önleriz sorusuna çözüm bulunmalıdır.