İÇTİHAT METNİ
DAVA :
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi;
Sanık … hakkında tayin olunan cezaların ayrı ayrı miktarına göre müdafin duruşmalı inceleme talebi ile suçtan zarar gören Adalet Bakanlığı vekili 31/03/2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilen hükümleri CMUK’nın 310. maddesinde öngörülen bir haftalık yasal süreden sonra 17/04/2014 tarihli dilekçeyle temyiz etmiş olmakla, temyiz ve duruşmalı inceleme istemlerinin 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 317 ve 318. maddeleri uyarınca ayrı ayrı REDDİYLE, incelemenin sanıklar … ve … hakkında rüşvet alma ve rüşvet verme ile infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçlarından verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik müdafilerin temyiz itirazlarıyla SINIRLI ve DURUŞMASIZ OLARAK YAPILMASINA karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
KARAR :
Adli sicil kaydına göre mükerrir olduğu anlaşılan sanık … hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının gerçekleşmediği gözetilerek yapılan incelemede;
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında istikrarla vurgulandığı üzere “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir”.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; beyanları sübuta ilişkin hükme esas alınan suçu bildirmeme suçundan beraatine karar verilen sanık …’nun disiplin soruşturması kapsamında alınan sözlü ve yazılı beyanlarında olay hakkında bilgi sahibi olmadığını ifade ettiği, sonraki aşamalarda verdiği beyanlarının ise duyuma dayalı olduğu, sanıkların suça konu cep telefonunun voleybol topu içerisinde havalandırma bahçesine atıldığı şeklindeki savunmalarının çürütülemediği, bu itibarla işin yapılmasından önce veya yapılması sırasında olması gereken rüşvet anlaşmasının nasıl ve hangi tarihte yapıldığı, suça konu cep telefonunun infaz kurumuna ne şekilde sokulduğu hususlarının somut delillerle ortaya konulmadığı, bu itibarla her iki sanığın rüşvet alma ve rüşvet verme, sanık …’ın ise infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçlarından mahkumiyetlerine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı nazara alınarak beraatlerine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yanılgılı değerlendirmeler sonucu yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi,
TCK’nın 297. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen infaz kurumuna yasak eşya sokma suçunun oluşabilmesi için, maddede sayılan silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme araçlarının infaz kurumuna sokulması veya bulundurulması gerektiği, Mülga 765 Sayılı TCK’da “kullanmak” bu suçun maddi unsuru kapsamında seçimlik hareketlerden biri olarak sayılmış iken 5237 Sayılı TCK’da “kullanmak”tan ayrıca bahsedilmemiş ise de 5237 Sayılı TCK’nun 297/1. maddesinde düzenlenen suç ile korunan hukuki değerin; hapis cezası ve güvenlik tedbirlerinin, ilgili kanun tarafından belirlenen ilke ve amaçlar doğrultusunda infazının temini bakımından adli mercilerin otorite ve itibarının sağlanması, suçun maddi unsurunun infaz kurumuna silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aleti sokmak veya bulundurmak olduğu, bulundurmak fiili her zaman kullanmayı gerektirmese de kullanmanın belli miktarda süre ve sıklığa ulaşması halinde bulundurmayı da kapsadığının kabulü gerektiği, sanık …’un suça konu cep telefonunu infaz kurumuna soktuğuna ilişkin cezalandırılması için yeterli, kesin ve inandırıcı delil bulunmamakla birlikte sanığın C.Savcılığında 5-6 aylık süre içinde birkaç kez, mahkemede ise yaklaşık 6 ay boyunca arada bir 4-5 kişiyle suça konu cep telefonuyla görüştüğü savunmasında bulunduğu nazara alınarak, dosya arasında mevcut HTS kayıtları incelenmek suretiyle sanığın kaç kez ve ne kadar süreyle görüşme yaptığı hususunun açıklığa kavuşturulması, gerektiğinde bilirkişi raporu alınması sonrasında, telefonu kullandığı süre ve miktar itibarı ile eylemlerinin haberleşme aracının tutuklu veya hükümlü tarafından cezaevinde bulundurulması olarak kabul edilip edilemeyeceğinin karar yerinde tartışılıp değerlendirilmesinden sonra hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Kabule göre de;
Ekonomik değer taşıyan ve İnebolu Adli Emanetinin … ve … sıralarında kayıtlı olan suça konu 1 adet cep telefonunun, bataryasının ve şarj aletinin TCK’nın 54. maddesi uyarınca müsaderesi yerine dosya arasında delil olarak saklanmasına karar verilmesi,
Sanık … hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerinde TCK’nın 53/5. maddesine göre cezaların infazından sonra başlamak üzere aynı maddenin 1. fıkrasının “a” bendindeki hak ve yetkilerin kullanılmasının yasaklanması yerine kamu görevinden yasaklanmasına hükmedilmesi,
TCK’nın 53. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 08/10/2015 tarihli ve 2014/140 Esas, 2015/85 Sayılı iptal Kararı doğrultusunda uygulanması gerekliliği,
SONUÇ :
Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321 ve 326/ son maddeleri uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, 21.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.