Maruz kaldığımız ekonomik sistemin ve üretim ilişkilerinin kıskacında, birçoğumuzun artık kanıksadığı bir duruma evrilen, gerekli zamanda verilmeyen molayla birlikte saatlerce süren çalışma koşulları korkunç bir hâl almaya başladı. Bu yazıyı patronlarınız okur mu, okusa da mevcut duruma dair bir iyileştirmeye gider mi bilemiyoruz ancak bilim; böylesi bir çalışma koşulunun yalnızca çalışan için zararlı olmadığını aynı zamanda şirketlere veya patronlara da bir fayda sağlamadığını ortaya koyuyor. Mevcut sistem göz önüne alındığında iyimser bakmak pek mümkün değil ama bir önceki cümledeki “veya” bağlacından sonraki kısım belki yakında gelecek iyi bir habere vesile olabilir diye düşünüyoruz.
Yapılan araştırmalar, haftada 80 saatlik düzenli bir çalışma zamanı; her gün saat 17.00’da evine giden çalışanlara kıyasla daha az bir verim ortaya çıkarıyor.
Harvard Business Review ‘den gazeteci Sarah Green Carmichael, birçok gelişmiş ülkede insanların neden daha önce hiç olmadığından fazla çalıştıklarını anlamak için yayımlanan çalışmaları analiz etti. Araştırmaların değerlendirilmesi sonucunda Carmichael, uzun çalışma saatlerinin verimliliği artırdığına dair hiçbir delil bulamadı hatta çok sayıdaki araştırma bunun tam tersine işaret ediyor.
Nisan 2015`de, Boston University’den Erin Reid öncülüğünde yürütülen bir çalışma1, yöneticilerin, 80 saat çalışan ve çalışmış gibi yapan insanlar arasındaki farkı açıklayamadıkları bulgusuna ulaştı. Araştırmaya göre, yöneticiler daha az çalışmış gözüken çalışanları cezalandırırken, ekip; bu çalışanların daha az başarılı olduklarına dair ya da aşırı çalışanların daha fazla başarılı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulamadı. Yalnızca bununla da sınırlı değil; araştırmalar aynı zamanda da bu çalışma saatlerinin çalışanların stres seviyesini ve tükenmişliğini (moral bozukluğunu) artırdığını, uyku eksikliğinden depresyona, diyabete, alkol bağımlılığına ve kalp hastalıklarına kadar bir dizi sağlık problemine de yol açtığını gösteriyor. Yaklaşık 2 hafta önce, biz de uzun çalışma saatlerinin inme riskiyle önemli düzeyde bir bağlantısı olduğunu2 paylaşmıştık. Bütün bu stres ve hastalıklar şirketlerdeki işe gitmeme oranında ve işten ayrılmalarda da büyük oranda artışlara sebep oluyor.
Öte yandan 2010 yılında Sleep ‘de yayımlanan bir çalışma3, uyku eksikliği bulunan katılımcıların diğer insanların duygularını ve sosyal ilişkilerini tanımlayabilme konusunda daha kötü oldukları bulgusuna ulaştı. Yorgun insanlar, gündelik yaşamın hemen hemen en önemli parçasını oluşturan iyi kararlar alma noktasında güçlük yaşıyorlar. Aslında bilim insanları 100 yıldan fazla bir süredir, aşırı çalışmanın verimlilik ile eşdeğer olmadığını söylüyorlardı ancak sistemin kendi doğası bu durumu gözardı etmek için zaten hazır haldeydi.
2004 yılında iş yeri araştırmacısı Tom Walker şöyle diyordu:
“1890’larda, çalışanlar günlük 8 saatlik çalışma dilimiyle denenmiş ve işçi-başına düşen toplam çıktının arttığı görülmüştü. 20. yüzyılın ilk 10 yıllık diliminde, “bilimsel yönetimin” yaratıcısı Frederick W. Taylor azalan iş saatlerinin işçi başına düşen verimi önemli oranda artırdığını belirtmişti.”
Harvard Business School yaklaşık bir yüzyıl sonra bu deneyi4; –Karl Marx’ın tanımıyla– kol emekçileri yerine kafa emekçileriyle tekrarladı ve hâlâ geçerli olduğu bulgusuna ulaştı. Öte yandan örnek teşkil etmesi açısından, Sosyalist Rusya’nın –sosyalist kaldığı süreçte– 3×8 şeklinde formülüze ettiği zaman dilimi gerçekten de verimi üst düzeye taşımıştı. Tahmin edildiği gibi; gerekli molalar (geceleri ve hafta sonları gibi) çalışanları daha verimli yapıyor. Özetle, aşırı iş yükü hikayesi eksilen dönütlere sebep oluyor: “Aşırı çalışmaya devam et çünkü yapacağımız çok daha anlamsız işler var.”
Tam bu noktada, Eylül 2015`de Amerikalı araştırmacıların yaptığı ve okula gidiş günlerinin 4 güne indirilmesinin akademik performansın bazı alanlarını artırdığını gösteren çalışmasını5 paylaşmak da manidar olacaktır. Geçmiş araştırmalar aynı durumun iş günleri için de geçerli olabileceğini göstermişti.
Sonuç olarak yapılan araştırmalar tek bir noktaya işaret ediyor. Ve asıl soru şu: Daha fazla çalışmanın bizi daha verimli kıldığına dair herhangi bir bilimsel delil ortada yokken, neden hala 14 saate varan –ve bazen aşan– çalışma saatleriyle kendimizi öldürmeye devam ediyoruz?
Belki de artık bütün varlığımızı işlerimize bağlamaya bir son vermenin zamanı geldi. Hayatımızın en güzel yıllarını bir ofis içerisine sıkıştırarak sürdürmekten ziyade, çalışma rutinimizi bilimsel temelli veriler etrafında yeniden planlamaya başlayabiliriz.