İÇTİHAT METNİ
DAVA :
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanığın 5237 Sayılı TCK’nun 188/3, 192/3, 62, 52/2, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis ve 20 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve hapis cezasının mükerrirlere özgün infaz rejimine göre çektirilmesine dair Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.05.2013 gün ve 214-177 Sayılı hükmün, sanık ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 06.11.2015 gün ve 3784-32805 sayı ile;
“…Diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Suç konusu esrarın kargo aracılığı ile sanık tarafından gönderildiğine ilişkin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan hakkındaki soruşturma ayrılan …’ın soyut beyanı dışında delil olmadığı dikkate alınarak;
a- ) Sözü edilen esrarın bulunduğu paketin kargoya verildiği tarihte varsa kamera kayıtlarının getirilerek duruşmada izlenip tartışılmasının sağlanması,
b- ) Göndericisi …, alıcısı … olan gönderiye dair kargo şirketinde bulunan belgeler içinde göndericinin el yazısı ve/veya imzasının bulunduğu belge olup olmadığının araştırılması, varsa aslının getirtilerek sanığa gösterilmesi; sanık yazı ve imzanın kendisine ait olmadığını söylediğinde, sanığın suç tarihinden önce resmi makamlara verdiği elyazısı ve imzalarının bulunduğu belge asılları getirtilip, huzurda yazı ve imza örnekleri alındıktan sonra, kargo belgesindeki yazı/ ve/veya imzanın sanığın eli ürünü olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi ya da uzman kurum veya kuruluştan rapor alınması,
Sonucuna göre, tüm deliller birlikte değerlendirilerek, ikrarından dolayı sanık hakkında TCK’nın 192. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen etkin pişmanlık hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 18.02.2016 gün ve 480-34 sayı ile önceki hükmünde direnmiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.06.2016 gün ve 100694 Sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 1030-1132 sayı ile; 6763 Sayılı Kanun’un 38. maddesiyle 5320 Sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 31.03.2017 gün ve 26-1274 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR :
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nun 192. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen etkin pişmanlık hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine dair ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme kararı verilmesinin, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairenin bozma kararından sonra sanığın hazır bulunduğu 18.02.2016 tarihli oturumda, bozma ilamına karşı sanıktan diyeceklerinin sorulduğu, ardından Cumhuriyet savcısının görüşünün alındığı ve hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararına konu hükmün kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 Sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 Sayılı CMK’nun “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna dair usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” ( Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484 ); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” ( Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149 ) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna dair olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında sanık dinlendikten ve Cumhuriyet savcısının bozma ilamına dair görüşü alındıktan sonra, hazır bulunan sanığa son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık sebebiyle yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- ) Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 18.02.2016 gün ve 480-34 Sayılı direnme kararına konu hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.07.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.