İÇTİHAT METNİ
DAVA :
Taraflar arasındaki “yaşlılık aylığı bağlanması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 1. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 1/3/2001 gün ve 2000/442-2001/195 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 19/4/2001 gün ve 2001/2648-3076 sayılı ilamiyle ( …Dava, hizmet birleştirilmesi yolu ile Sosyal Sigortalar aylığına hak kazandığının tespiti istemine ilişkindir. Bu haliyle davanın yasal dayanağı 2829 Sayılı Yasanın 8. maddesidir. Anılan maddeye göre birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fıili hizmet süresi fazla olan kurumca aylık bağlanır.
Davacı, 6.1.1994 tarihinde yaşlılık aylığı talebinde bulunmuştur. Bu tarihten geriye doğru yedi yıllık süre içerisinde fiilen 1260 gün hangi kurumda geçmiş ise 2829 Sayılı Yasanın 8. maddesi gereği ilgili kurumun davacıya maaş bağlaması gerekir. Bu durumda son fiili 7 yıl içinde davacının da 1989-1991 yılları arasında 543 gün Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan, 8.2.1986-6.1.1994 arası ise Bağ-Kur’da 1542 gün hizmeti bulunduğu anlaşıldığından başka bir deyimle son 7 yıl fiili sürede Bağ-Kur’lu olduğundan davanın reddine karar verilmek gerekirken aksine düşüncelerle kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki karar da direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR :
Dava, hizmet birleştirilmesi yolu ile Sosyal Sigortalar aylığına hak kazandığının tespiti istemine ilişkin olup, davanın yasal dayanağı 2829 Sayılı Yasa’nın 8’nci maddesidir.
Davanın kabulüne dair verilen karar özel dairece yukarıda açıklanan nedenle bozulmuş, mahkemece, “davacının birleştirilmesini istediği primi ödenmiş hizmetleri toplamının aylık bağlanmasına yeterli olduğu, primi ödenmemiş Bağ-Kur hizmetini birleştirme talebi bulunmadığı, birleştirilmesi istenen üç kuruluşta geçen hizmetten son yedi yılda en fazla hizmetin geçtiği kurum olan Sosyal Sigortalar Kurumu’nca aylık bağlanması gerektiği” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Uyuşmazlık, 2829 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkındaki Kanunun uygulanmasında, bazı sosyal güvenlik kurumlarında geçen hizmet süreleri toplamının aylık bağlanmasına yeterli olması halinde diğer kurumlarda geçen hizmetlerin de birleştirilmesinin zorunlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü, davada uygulanacak 2829 Sayılı Yasa’nın 8/1 maddesinin yorum yoluyla gerçek amacının tespitinde yatmaktadır.
Anılan yasa maddesinde, “birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden, ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca kendi mevzuatına göre aylık bağlanır ve ödenir” sözlerine yer verilmiştir.
Somut olayda, 1946 doğumlu olan davacının 9.6.1968-30.4.1973 tarihleri arasında 1470 gün 506 Sayılı Yasanın Geçici 20’nci maddesine tabi, 1.10.1973-30.10.1974 tarihleri arasında 488 gün Emekli Sandığına tabi, 25.4.1968 – 15.4.1991 tarihleri arasında 3296 gün Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olmak üzere toplam 5254 gün hizmeti bulunmaktadır. Davacı 15.4.1991 tarihinde sigortalı çalıştığı işten ayrılmış ve 25 yıllık sigortalılık süresini doldurduktan sonra 6.1.1994 tarihinde yukarıda belirtilen kurumlardaki hizmetini bildirerek 2829 Sayılı Yasanın 8/1 maddesi aracılığı ile 506 Sayılı Yasanın 60/A-c maddesine göre Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan aylık bağlanmasını talep etmiştir. Kurumlar arası yazışmalar sonucu Bağ-Kur vergi kaydı nedeniyle davacıyı 1.2.2000 tarihli işlemle resen 8.2.1986 tarihi itibariyle Bağ-Kur kapsamına alarak davacının 8.2.1986-31.8.1988 ve 16.4.1991-6.1.1994 tarihleri arasında 4 yıl 3 ay 12 gün Bağ-Kur sigortalısı olmasl gerektiğini davacıya ve Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu, davacının son yedi yıl içinde en çok Bağ-Kur’a tabi hizmeti bulunduğu gerekçesiyle davacının aylık talebini reddetmiştir. Her ne kadar, 1479 Sayılı Yasanın 24/I-a maddesi gereğince vergi kaydı nedeniyle davacının Bağ-Kur sigortalısı olması gerekir ise de, davacının kurumdan aylık talep ettiği 6.1.1994 tarihinden önce ve sonra Bağ-Kur’a giriş talebi ve prim ödemesi bulunmadığı gibi, aylık talebinde de bu kurumdaki hizmetinin birleştirilmesini istememiştir. Diğer üç kurumdaki hizmetlerin toplamı ve sigortalılık süresinin davacıya Sosyal Sigortalar Kurumu’nca 506 Sayılı Yasanın 60/A-c maddesine göre aylık bağlanması için yeterli olduğu hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Davacının birleştirilmesini talep ettiği kurumlardaki primi ödenmiş hizmetleri toplamı üzerinden Sosyal Sigortalar Kurumu’nca bağlanacak yaşlılık aylığı parası, Bağ-Kur hizmetlerinin de birleştirilme yoluyla Bağ-Kur’dan bağlanacak yaşlılık aylığı parasından çok daha fazla olduğu gibi, 21. Hukuk Dairesinin bozma kararında dayandığı yasadaki sözcükten hareket edildiğinde Bağ-Kur’dan aylık bağlanabilmesi için davacıya Bağ-Kur kapsamına alındığı tarihten itibaren birikmiş prim ve gecikme zamları toplamını kuruma ödemesi külfeti yüklenmiş olur ki, bu husus sosyal güvenlik sistemi ile yasanın amacına da aykırılık oluşturur. Özel daire; söz ve deyimlerin lafzi anlamına sıkı sıkıya bağlanarak yasa maddesini yorumlayıp sonuca kavuşturmuştur. Ne var ki, çoğu defa tek başına metinden hareket ederek yorum yoluyla başvurma sağlıklı sonuca kavuşmayı önleyebilir. Yasanın amacı sözle ( lafızla ) çelişiyorsa, söze değil öze önem verilmek gerekir. Yonımda asıl olan, adalete uygun sonuca kavuşmak olmalıdır.
Bir kanun hükmünün, yasaya konuluş amacına aykırı sonuç doğuracak şekilde yorumlanması hukuk ilkelerine ve yasanın hem sözü ve hem de özü ile uygulanmasını öngören MK.’nun 1. maddesine uygun olmaz. ( Bkz. 22.2.1997 gün ve 1/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ). Gerçekte de; somut olayda izlenildiği gibi, sosyal güvenlik kurumları arasında norm ve standart birliği bulunmamaktadır. Sosyal güvenlik kurumları arasında, yalnızca aylıkların seviyesi bakımından değil koruma kapsamına alınan tehlikeler ve hak kazanma şartları bakımından da farklılıklar olduğu belirgindir. Nitekim, SSK.’nun en geniş kapsamlı koruma garantisi sağlıyan sigorta kurumu durumunda olduğu bilinen bir gerçektir.
Önemli olan, hangi kurum olursa olsun, aynı külfete katlanan insanların aynı haklara sahip olmasının sağlanması geçerli bir çözüm yoludur. Esasen, sosyal güvenlik kurumlarının görevi sosyal sigorta kanunları çerçevesinde kapsama aldıkları kişileri koruma garantisini sağlamaktır. Sigorta hukukunda amaç, yüksek standartta sosyal güvenlik sağlayan bir sistemin oluşturulmasıdır. Yine, sosyal sigortalar külfet-nimet dengesi üzerine kurulan kurumlardır. O nedenle, külfetin ( çalışıp primleri ödemek ) karşılığının alınmaması sosyal güvenlik sisteminin amacıyla bağdaşmaz ve böyle bir uygulama da kabul edilemez. Buna, aksi bir yorum, sisteme duyulan güveni ortadan kaldırır. En önemlisi, yükümlülüklerini zamanında yerine getirenlerin bir anlamda cezalandırılması olur ki, bu sosyal adalet duygusunu aşındınr. Öte yandan bozma kararında görüldüğü şekliyle yasa yorumlandığında; çalışıp inanıp güvenerek, primlerini ödeyen sigortalı katlandığı külfetin karşılığını alamıyacaktır. Farklı bir anlatımla, en fazla ödediği halde, en az alacaktır. Bu durum külfet-nimet dengesini bozacağından, üstün görülemez dahası, yasanın aradığı koşulları yerine getiren özellikle istenilen hizmet sürelerini çalışıp dolduran ve primlerini düzenli bir şekilde ödeyen sigortalının ona uygun hakkını alması zorunludur.
Esasen, 2829 Sayılı Yasanın amacı hiçbir kurumdaki hizmeti aylık bağlanmasına yeterli olmayan sigortalı ve hak sahiplerine aylık bağlanmasını sağlamak ve değişik kurumlardaki hizmetler birleştirilerek ziyan olmasını önlemektir. Yasa ile sosyal güvenlik sağlıyarak kişileri yaşadıkları toplum içinde insan onuruna yaraşır şekilde onu başkalarına muhtaç etmeyecek asgan bir hayat standardı sağlanmak istenmiştir. Aksinin düşünülmesi Anayasanın “sosyal güvenliğin bir insan hakkı olduğuna” ilişkin ilkesine de aykırılık oluşturur. Nitekim, aynı ilkeden hareket edilerek kişilere askerlik hizmetinden veya yurt dışı hizmetlerinden, yaşlılık aylığı bağlanmasına yetecek kadar süreyi borçlanarak değerlendirme olanağı tanınmış, tüm süreyi borçlanma zorunluluğu konmamıştır.
Yukanda açıklananlann ışığı altında; özel dairenin bozma karannda belirtildiği şekilde, söz ve deyimlerin lafzi anlamına sıkı sıkıya bağlanarak, 2829 Sayılı Yasa’dan yararlanabilmek için kişiyi tüm sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet sürelerini birleştirmeye zorlamanın sosyal güvenlik sistemi ve yasanın amacı ile bağdaşmadığı gerçeği karşısında, “Bağ-Kur hizmetini birleştirmek istemeyen davacıya, üç kurumdaki hizmetleri toplamı ile yaşlılık aylığına hak kazanması nedeniyle son yedi yılda en fazla hizmetin geçtiği Sosyal Sigortalar Kurumu’nca aylık bağlanması gerektiğine” dair mahkemece verilen direnme kararı yasanın amacına ve sosyal güvenlik sistemine tamamen uygun olduğundan onanmalıdır.
SONUÇ :
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 6.3.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.