İÇTİHAT METNİ
DAVA :
Davacı, kıdem tazminatı ile fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı ile ihbar olunanlardan ….. tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR :
A- ) Davacı isteminin özeti:
Davacı vekili, davacının emeklilik nedeni ile işten ayrıldığını, 2009 yılına dek 24 saat nöbet tutup 1 gün nöbet izni kullandığını, nöbet olmadığı günlerde normal çalışmasına devam ettiğini, son 2 yılda ise 24 saat nöbet tutup 2 gün nöbet izni kullandığını, ayda ortalama 7 kez nöbet tuttuğunu, resmi ve dini tatillerin nöbete denk gelen günlerinde çalıştığını, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarını istemiştir.
B- )Davalı cevabının özeti:
Davalı Bakanlık vekili, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, taleplerin zamanaşımına uğradığını, davacının çalışma koşullarına dair beyanların gerçek dışı olduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C- )Yerel Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, davacının temizlik işlerini ihale yoluyla alan firmalar nezdinde üst işveren olan …’nde işçi olarak çalıştığı….asıl işveren olduğu, asıl işverenin de diğer ihbar olunan alt işverenlerle işçi alacakları bakımından müteselsil sorumlu olduğu, davacının işe girdiği tarihten 2009 yılına kadar 24 saat nöbet 24 saat izin usulüyle çalıştığı, 2009’dan itibaren ise 24 saat nöbet 2 gün izin usulü ile çalıştığı, resmi ve dini tatillerde nöbet denk gelmesi halinde bu sürelerde de çalıştığı, ancak bu dönemlere ait fazla çalışmalarının karşılığının ödenmediği, davacının 29/02/2012 tarihinde emekli olmak üzere dilekçe vererek şirketteki görevinden ayrıldığı, sonrasında talebine rağmen kıdem tazminatı alamadığı, 1475 Sayılı İş Kanunu’nun 14/5. maddesine göre davacının yaşlılık aylığı alabilmek için işten ayrılması halinde kıdem tazminatına hak kazanacağı, yine davacı nöbet sonrası izin kullandığından hafta tatili ücreti talebinin yerinde olmadığı, tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere davacının nöbet denk gelmesi halinde ulusal bayram genel tatil günleri çalıştığı sabit olup ulusal bayram genel tatil alacağına yönelik talebinin yerinde olduğu ayrıca dava belirsiz alacak davası niteliğinde olduğundan davanın ikamesi ile 5 yıllık zamanaşımı süresi durduğundan davalının ıslaha karşı zamanaşımı def’inin yerinde görülmediği, hüküm kurmaya ve denetime elverişli bulunan hesap uzmanı bilirkişisi raporu doğrultusunda davanın kabulü gerektiği gerekçesi ile hafta tatili haricindeki taleplerin kabulüne karar verilmiştir.
D- )Temyiz:
Karar süresi içinde ihbar olunan ….vekili tarafından temyiz edilmiştir.
E- )Gerekçe:
1- )Davanın başından beri ….vekili tarafından yürütülmesi karşısında gerekçeli karar başlığında ve hüküm içerisinde davalı olarak Bakanlık yerine hastane isminin yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi bir hata kabul edilerek bozma nedeni yapılmamıştır.
2- )Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı …. ve ihbar olunan …. aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
3- ) Davanın ihbar olunduğu kişiler davada davalı olmadıklarından, aleyhlerine dava açılmadığından ihbar olunanlar aleyhine hüküm kurulması hatalıdır. Kaldı ki, dahili dava yolu ile davalı ithalide mümkün değildir.Bu sebeple ihbar olunan….. aleyhine hüküm kurulması hatalıdır.
4- )Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına dair kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta, fazla mesai ücreti ile ulusal bayram genel tatil ücreti bakımından, dava dilekçesinde davacının 2009 yılına dek 24 saat nöbet tutup 1 gün nöbet izni kullandığı, nöbet olmayan günlerde normal çalışmasına devam ettiği, son 2 yılda ise 24 saat nöbet tutup 2 gün nöbet izni kullandığı, ayda ortalama 7 kez nöbet tuttuğu, resmi ve dini tatillerin nöbete denk gelen günlerinde çalıştığı ileri sürülmüştür. Davacı vekili 19/03/2013 ıslak havale tarihli dilekçesinde, davacının hastahanede temizlik işlerinde çalıştığını, normal çalışma saatlerinin 07:00-16:00 arasında olduğunu belirtmiştir. Bu beyanlardan davacının sürekli 24 saat nöbet tutarak çalışmadığı, zaten 24 saat nöbet tutarak çalışsa ayda 7 kereden daha fazla nöbet tutması gerekeceği anlaşılmaktadır. Taraflara davacının 24 saatlik nöbetler arasında normal çalışma yapıp yapmadığı, yaptı ise nasıl yaptığı açıklatılıp, varsa işyerinde tutulan çalışma tarih ve saatlerini gösteren kayıtlar getirtilerek, bu kayıtların olmadığı dönemler var ise kaydı olmayan dönemler açısından gerekirse bu konuda tanıklar da yeniden dinlenerek ve önceki beyanlarıyla veya birbirleri ile çelişkiler giderilerek ve mutlaka davacı vekilinin beyanları /talebi ile sınırlı olarak hesaplama yapılmalıdır. Ayrıca davacı vekilinin dosyaya sunduğu nöbet listesi de taraflardan sorularak ilgili olduğu döneme dair olarak hesaplamalarda gözetilip gözetilmeyeceği irdelenmelidir. Davacı vekilinin beyanlarında ortaya konan maddi vakıayı ve talebi aşar şekilde karar verilmesi 6100 Sayılı HMK’nun 25. ve 26. maddelerine aykırı ve hatalıdır.
5- )Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına dair davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 Sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 Sayılı İş Kanununun; 5. maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28. maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/ son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 Sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 Sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 Sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 Sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir ( HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K ).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. ( TBK. m. 149 ( 818.BK.128 ). Türk Borçlar Kanununun 117. maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151. maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir ( 818 Sayılı BK.128 ). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151. maddesinde yer almaktadır.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur ( 818 Sayılı BK.131 ).
Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi ( 818 Sayılı BK 133/2 ) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece davaya konu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir ( 818 Sayılı BK. Mad.132 ).
6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde ( 818 Sayılı BK. 133 ) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi ( alacağı tanıması ), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya dair hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı sebeplerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya dair hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi davaya konu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya dair her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. ( 818 Sayılı BK. Mad.134 )
Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde ( 818 Sayılı BK 139 ), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına dair yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O sebeple borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447. maddesiyle sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Kanun’un 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319. madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 Sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 Sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa ( suskun kalınmışsa ) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür ( Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K. ).
Somut uyuşmazlıkta, dava dilekçesi belirsiz alacak davası şeklinde değil, salt, kısmi dava şeklinde açılmıştır. Bilahare dava dilekçesindeki miktarlar ıslah edilmiştir. Islah dilekçesinde dava tarihinden itibaren faiz istenmiş olması bu hususları değiştirmemektedir. O halde, Mahkeme tarafından davanın belirsiz alacak davası olduğu gerekçesi ile davalı Bakanlığın süresinde yaptığı ıslaha karşı zamanaşımı savunmasının gözetilmemesi hatalıdır.
6- )Bilirkişi raporunda brüt miktarlar olarak hesaplanan 10073,72 TL kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti olarak hesaplanan ve %30 indirimden sonra bulunan brüt 6318,99 TL, ulusal bayram genel tatil ücreti olarak hesaplanan ve %30 indirimden sonra bulunan brüt 403,32 TL şeklindeki meblağlar Mahkeme tarafından aynen hüküm altına alınmış ancak hükmedilen alacakların net mi brüt mü olduğu hükümde belirtilmemiştir. Davacı vekili ıslah dilekçesinde tamamı net 10073,72 TL kıdem tazminatı, 6318,99 TL fazla mesai ücreti ve 576,16 net ulusal bayram genel tatil ücreti alacağı istemiştir.
Hüküm altına alınan alacak miktarları ıslah dilekçesindeki miktarlar olup, bu bakımdan talep de aşılmadığından, kabule göre, hüküm altına alınan alacak miktarları yerinde ise de bu alacak miktarlarının brüt miktarlar olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağının düşünülmemesi de hatalıdır.
SONUÇ :
Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 25.01.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.