Demokratik süreç, vatandaşların –çoğunluğunun– en iyi politik adayı ya da en iyi politik düşünceyi ayırt edebildiği kabulüne dayanır. Basitçe çoğunluğun egemenliğine dayanan bu süreç, çeşitli felsefe alanlarında da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Yunanca Demos (halk) ve Kratos (iktidar, erk) sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle oluşan, halkın gücü ya da iktidarı anlamında kullanılan demokrasi (dẽmokratia) kavramı, ilk kullanımından beri felsefesinin temel sorunlarından birisi olmuştur. Terimin kökeninden başlayarak, yüklenen anlamlar, geçirdiği evreler, teori ve pratik açısından ele alınışında ve toplumların uygulamalarında görülen farklılıklar, olumlu-olumsuz yönleriyle felsefi bir temel üzerinde sürekli tartışılmıştır. (TAŞKIN, A . “Platon’un Demokrasi Paradoksu, Popper’ın Yorumları ve Türkiye’de Demokrasi Tartışmaları”. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi (2011): 61-73)
Örneğin bir Antik Yunan düşünürü olan ve düşüncenin bilgiye ulaşmada en geçerli yol olduğunu ileri süren Platon, egemenliğin, bilgisi yetersiz kitlelerin elinde olduğu yerlerde demokrasiyi kötü bir yönetim biçimi olarak tanımlar. Öte yandan 20. yüzyılın en önemli bilim felsefecilerinden Karl Popper ise demokrasiyi yönetim biçimlerinin en iyisi olarak tanımlar ve demokratik yönetimin toplumun en iyi yaşam biçimine ulaşması yolunu açtığını ileri sürer. Meseleye sınıfsal yaklaşan Marxizm ise demokrasi üzerine tartışmalarda “Kim için demokrasi?” sorusunu sorar.
Giderek artan araştırma verileri ise, insan aklının talihsiz bir yönünü ortaya koyuyor ve demokratik seçimlerin vasat liderlik ve politikalar ürettiğini gösteriyor.
Psikolog David Dunning’in başını çektiği bir araştırma, entelektüel anlamda yetersiz insanların, başkalarının yetkinliğini veya bu insanların düşüncelerinin kalitesini yargılayabilecek kapasitede olmadıklarını ortaya koyuyor. Örneğin, insanlar vergi reformlarına ilişkin yeterli uzmanlığa sahip değillerse, anlamlı kararlar verebilmek için gerekli olan zihinsel araçlardan yoksun olduklarından gerçekte uzman olan adaylar arasında seçim yapma konusunda oldukça zorluk yaşarlar.
Sonuç olarak, siyasi adaylarla ilgili hiçbir bilgi ya da gerçek, pek çok seçmenin bunları doğru bir şekilde değerlendirme konusundaki doğal yetersizliğini geçersiz kılamaz. Buna bağlı olarak da çok akıllı fikirlerin insanlar tarafından benimsenmesi zor olacak, çünkü çoğu insan bir fikrin ne kadar iyi olduğunun farkına varacak kadar sofistike bir düşünüş biçimine sahip değildir.
Dunning-Kruger Etkisi
Güven-beceri bağlantısızlığı olarak tanımlayabileceğimiz bu etki, psikologlar David Dunning ve Justin Kruger’in bir çalışmasından sonra Dunning-Kruger Etkisi olarak isimlendirildi. Bu durum, veri ve bilgi bolluğunun asılsız bir uzmanlık hissi oluşturması olarak ifade edilebilir. Bir başka ifadeyle, insanlar; esasında sahip oldukları bilgiden daha çok şey bildiklerini düşünme eğilimi gösteriyor ve yetersizlikleri, çoğunlukla uygun olmayan bir güven duygusuyla kutsanmış durumdadır.
David Dunning ve Justin Kruger tarafından defalarca ortaya koyulduğu üzere; insanlar, kendi zihinsel becerileri üzerine bir değerlendirme yapmaları söz konusu olduğunda, genellikle kendi kendini kandırma davranışı sergiliyorlar. Araştırmacılar, insanların şakaların komikliğini, dilbilgisinin doğruluğunu veya hatta bir satranç oyununda kendi performanslarını değerlendirme kabiliyetini test ediyor olsalar bile, insanların kendi performanslarını her zaman “ortalamanın üstünde” olarak değerlendirdiği sonucuna ulaştı. Ancak test edildiğinde ise aslında ortalamanın da altında bir başarı gösterdikleri görüldü.
Dunning’e göre, beceriksizliğinize bağlı olarak, diğer insanların beceriksizliğini tartmada da daha kötü bir değerlendirmede bulunuyorsunuz. Örneğin, yapılan bir çalışmada, araştırmacılar, öğrencilerden dil bilgisi becerilerini ölçen bir teste katılmalarını ve ardından diğer öğrencilerin cevaplarını notlandırmalarını istediler. Araştırma sonuçlarında, testin kendisini kötü yapan öğrencilerin diğer öğrencilere daha yanlış notlar verdiği görüldü. Dahası; öğrencilerin, doğru cevabı görseler bile onun doğru cevap olduğunu fark etmedikleri görüldü.
Esasında bu kopukluğun nedeni oldukça basittir; eğer size sunulan bir alandaki bilginizde eksiklikler varsa; kendi boşluklarınızı ve başkalarının boşluklarını değerlendirebilecek bir pozisyonda değilsiniz demektir. Ancak garip bir biçimde, bu deneylerde, en iyi performansı belirlemede insanlar başarısız olurken, en kötü performans gösterenlerin kim olduğu konusunda kolayca ve doğru bir şekilde karar verme eğilimi gösterdiler.
Dunning’e göre, aramızdaki en beceriksizler; demokrasi konseptinin içerisinde bulundurduğu büyük bir ikilemi işaret eden felâket habercileridir, fakat ne var ki; hemen hepimiz, kişisel uzmanlık eksikliğimizden kaynaklanan bir körlükten muzdaripiz.
2015 yılında Physical Review Physics Education Research‘de yayımlanan bir araştırmada, Alman bir sosyolog olan Mato Nagel; Dunning ve Kruger’in teorilerini bir bilgisayar simülasyonu aracılığıyla oluşturduğu demokratik bir seçime uyguladı. Seçimin matematiksel modelinde, seçmenlerin kendi liderlik becerilerinin bir çan eğrisine göre dağıldığı –bazıları gerçekten iyi liderler, bazıları orta, bazıları kötü ancak büyük çoğunluğu vasat düzeyde– ve her seçmenin bir siyasi adayın liderlik becerilerinin kendisinden daha iyi olduğunu kabul edemediğini varsayıldı. Böyle bir seçim simülasyonu yapıldığında, liderlik becerileri ortalamadan biraz daha iyi olan adayların her zaman kazandığı görüldü.
Araştırma sonuçlarına dayanarak Nagel, demokrasilerin nadiren ya da neredeyse hiçbir zaman en iyi lideri seçmediğini ileri sürdü. Demokrasilerin avantajı; diktatörlük biçimlerine göre avantajları, yalnızca “ortalamanın altında olan adayların lider olmalarını” bazen etkili bir şekilde önlemeleridir.