İş yerinde, arkadaş ortamlarında, akrabalarda ya da sosyal medya gibi online platformlarda, ukala tavırlarla; öğretici, bilmiş ve üstenci bir dille, karşısındaki kişinin bilgi ve fikirlerini önemsemeden konuşan insanları kimsenin sevmediğini ya da en azından pek çok kişinin karşılaştığı bu tutumu rahatsız edici bulduğunu söyleyebiliriz.
Pek çoğumuz bu tip üstenci, ukala ve bilmiş bir üslupla konuşan bireylerin, genellikle, esasında sahip oldukları bilgiyi abartma eğilimi gösterdiklerine dair geleneksel bir saptamada bulunabiliriz. Michigan Üniversitesi`den araştırmacılar, tam da pek çoğumuzun kuşkulandığı bu durumu araştırdı.
Pek çok durumda bu insanlara, kendi bilgi düzeylerinin politik gerçeklerle uyumlu olmadığına dair geri bildirimde bulunulsa dahi, kişinin kendi düşünce, fikir ve inançlarının bir başkasınınkinden nesnel olarak daha doğru olduğu iddiasında bulunmayı sürdürdüğü gözlemlenir. Üstelik, bu insanlar, kendi üstünlük hislerini doğrulayacak; ön yargılı bir biçimde yeni bilgi arayışında bulunma eğilimi gösterir.
Journal of Experimental Social Psychology‘de Mart 2018’de yayımlanan araştırmada, “fikir üstünlüğü” hissine sahip olan ya da politik görüşlerle ilgili olarak kendi görüşlerinin diğer görüşlerden üstün olduğunu düşünen insanlara odaklanıldı. Araştırma ekibi, bu insanların; politikanın yanı sıra çevre, din, ilişki anlaşmalıkları ve hatta görgü kuralları ve kişisel tercihler gibi nispeten önemsiz konular gibi çeşitli diğer alanlarda da fikir üstünlüğü hissine sahip olduklarını belirtiyor.
Yapılan çalışmada, politik fikir üstünlüğü hissine ilişkin iki kilit soruya cevap arandı: Kendi bilgisinin üstün olduğu hissine sahip insanlar, üstün olduklarını hissettikleri konu hakkında daha fazla bilgi sahibi mi? Bilgisinin üstün olduğu hissine sahip insanlar yeni bilgi arayışında üstün stratejiler mi kullanıyor?
İlk soruya cevap bulabilmek adına, araştırmada, katılımcılar çeşitli politik konulara dair kendi fikirlerini ve fikirlerinin üstünlüğüne ilişkin hislerini paylaştılar. Katılımcılara, bu konular hakkında ne kadar bilgi sahibi oldukları soruldu ve ardından bu konular hakkındaki mevcut bilgilerini test edebilecekleri bir quizi tamamlamaları istendi.
Yapılan altı çalışma ve çeşitli politik konular üzerinden, kendi fikirlerinin üstünlüğü hissine sahip insanların, bu politik konularda hayli bilgi sahibi olduklarını düşündükleri görüldü. Ancak ne var ki; bu hayli bilgi sahibi olunduğu algısı, bu insanların esasında ne kadar bildikleri ile karşılaştırıldığında, kendi fikirlerinin üstünlüğü hissine sahip insanların bilgisini fazlasıyla abartmış olduğu görüldü.
Buna karşın, daha mütevazı katılımcıların da zaman zaman kendi bilgilerini abarttıkları, ancak fikirlerinin üstün olduğu hissine sahip kişilerin esasında sahip oldukları bilgiyi aşırı abarttıkları gözlemlendi.
İkinci soruya cevap bulabilmek adına ise, araştırma ekibi, katılımcılara, politik bir konu hakkında yeni makaleler sundu ve katılımcılara hangi makaleyi okumak isteyecekleri soruldu. Sunulan makalelerin yarısı, meseleye katılımcıyla aynı çerçeveden bakarken, diğer yarısı katılımcının politik konumuna meydan okuyan bir içeriğe sahipti.
Yapılan seçimler sonucunda, kendi fikrinin üstün olduğu hissine sahip insanların, fikirlerini destekleyen bilgileri seçme konusunda mütevazı akranlarına kıyasla anlamlı derecede fazla eğilim gösterdiği görüldü. Üstelik, bu kişiler, ön yargılı bilgi aradıklarının da farkındaydılar. Araştırmacılar, hangi tip makaleleri seçtiklerini sorduğunda, katılımcıların kendi fikirlerini destekleyen bilgi içeren makaleler için peşin hüküm vererek onları seçtiklerini kabul ettiler.
Burada, kendi fikirlerinin üstün olduğu hissine sahip insanlar, eğer bilgi setine dair dengeli bir arayışta bulunmuş olsalardı, bu insanların, sorunun her iki tarafı hakkında akılcı ve eleştirel düşünme yoluyla fikirlerinin üstün olduğu sonucuna ulaştıklarını düşünebilirdik. Fakat, bu bireylerin kendi fikirlerini destekleyen bilgiyi içeren makalelere yönelik seçimlerini son derece emin olmaları, mevcut bilgilerinin geliştirilmesine yönelik fırsatların gözden çıkarıldığının bir göstergesidir.
Peki insanlar kendi bakış açılarının dışındaki görüşlerden neden kaçınıyor olabilir? Bu sorunun muhtemel bir cevabı; eğer insanlar yeni bir bilginin mevcut bilgileriyle uyum gösterdiğini görürse, bu durum pek çok insanın iyi hissetmesine neden olur. Örneğin, Ocak 2016’da Discourse Processes‘de yayımlanan bir çalışmada, insanların mevcut bilgi ve inançlarını zayıflatan bilgileri okuduklarında, bu durumun öfke ve dehşet duygularını tetiklediğini; bunun da kişinin yeni bilgileri kendi kendine kabul etmesini zorlaştırdığını ortaya koymuştu.
Bir diğer ifadeyle, bir fikir ya da inanca güçlü bir biçimde bağlanılması; kişinin kimlik, değer yargıları veya ahlâki inancına bağlanır. Bu durum gerçekleştiğinde, insanlar, kendi fikir, görüş, mevcut bilgi ve kimliklerine meydan okuyan yeni bir bilgiyi ve hatta bilimsel gerçekleri dahi reddetme yoluna gitme eğilimi gösterebiliyor.
Fikir ve görüşlerinizin desteklendiğini görmek iyi hissettirebilir. Ancak fikir ve görüşlerinize meydan okuyan yeni bilgilerle karşılaşmak rahatsızlık oluşturur ve bu rahatsızlık hissi, fikir ve inançlarınıza bağnazca bağlandığınızda genellikle daha da artar.