Ülkemizin en kritik ve Türkiye markası adına da önemli olan sektörü turizm ile ilgili algılarımızı düzeltmemiz gerekiyor. Genellikle ciro ve kişi sayısı üzerinden konuşulan, karlılığın tartışılmadığı bir özellikte herkesin dilinde, ama sadece getirdiği parayla konuşulan ve istatistik oyunlarıyla birbirimizi kandırdığımız tavırdan vazgeçmemiz gerekiyor.
Artık turizme yönelik gerçekçi bir planlama ve strateji kurmanın, burada acenteler başta olmak üzere restoranlardan yatırımcılara kadar herkesi dinlemenin, meseleyi sadece otellerden ibaret tutarak içine düştüğümüz yanılgıdan çıkma zamanı geldi.
Bir tarafta denizi güneşi, öbür tarafta açık hava müzesi özelliğiyle dünya ölçeğinde istediğimiz payı alırken, bir taraftan da ülkemizin marka değerini yükseltmek istiyorsak, bu alana daha ciddiyetle yaklaşmamız lazım.
Sadece bir cari açık ilacı ya da finansmanı diye bakılarak, bunun üzerinden algıyla oynanarak, ağırlıklı olarak gelirlerin konuşulduğu, giderlerin göz ardı edildiği, medya coşkusu veren haberlerden ibaret gördüğümüz bu alanı artık ciddiye almalı ve kulak vermeliyiz.
Ne yazık ki aynı istatistik oyunlarına burada da devam ediyoruz. Öncelikle seyahat harcamalarını artık turizm istatistiki olarak saymaktan vazgeçmeliyiz. Buradan rakam şişirmek, sadece kamuoyu önünde kendimizi mutlu etmeye yarıyor.
Ama ne sürdürülebilir turizm stratejileri kurabiliyoruz ne de gerçekle yüzleşerek kalıcı bir turizm hareketi başlatabiliyoruz. Evvela iç turistin olmadığı bir sektörün yurtdışında kalıcı başarılar sağlamasının mümkün olmadığını anlamalıyız.
Tıpkı ihracattaki gibi, evinde güçlü olmayan bir firmanın uluslararası arenada kalıcı başarılar elde etmesi nasıl tesadüflere bağlıysa, kalıcı bir turizm ülkesi olmanın yolunun da içte sağlam bir yapı oluşturmaktan geçiyor.
TÜİK, 2024 yılı turizm istatistiklerini yayınladı. İlk çeyreğe ilişkin veriler, yine altını çiziyorum turizm olarak nitelendiriliyor. Oysa yurtiçinde zaten satın alma gücü düşmüş insanların, yurtdışında rekabet gücünü kaybetmiş bir turizm sektörü içinde mevcut fiyatlarla yer bulabilmesinin olanak dışı olduğunu herkes görüyor.
Burada küçük ve orta ölçekli işletmelere, tesislere yönelmesi gerekirken, bunların da yüzde 60’ların üstüne çıkmayan doluluk oranlarıyla ve ilginç denetim yaklaşımlarıyla ayakta kalmaması için her şeyi yapıyoruz.
Peki açıklanan veride iç turistimizin durumu ne? Bu yıl ilk çeyrekte yüzde 2,3’lük bir azalma var. Bu üç aylık dönemde 8,2 milyon kişi seyahate çıktı, toplam seyahat sayısı da zaten 9,8 milyon kişi. Yani herhangi bir nedenle seyahat edenleri turist sayma ısrarımızı sürdürüyoruz.
Peki bir kişinin turizm, gezi, eğlence amacıyla yaptığı aktiviteyi esas alırsak, bunların içinde yüzdesi ne? Yüzde 22,5… Yani neredeyse çoğu turist değil. Sadece seyahat edip, yüzde 81,6 oranında arkadaş ya da akraba evinde kalmışlar.
Toplam geceleme rakamlarına baktığımızda 53,2 milyon gecelemeden, sadece 4,3 milyon geceleme otellerde yapılıyor. Diğeri ya eş dost ya da kendi evinde kalan insanlardan oluşuyor. Şimdi tüm bunları alt alta koyduğumuzda ortaya çıkan sonuç ne?
Birincisi içte turist diye bir gerçeğimiz yok. Seyahat edenleri de turist sayarak durum kurtarmaya çalışıyoruz. Hoş yurtdışı turist hareketine baktığımızda da aynı mantığın orada da olduğunu görmek mümkün. Yurda her girip çıkanı turist zannediyoruz. Yani yine TÜİK üzerinden kendimizi kandırıyoruz. Sizce de artık bu verilerle yüzleşmenin zamanı gelmedi mi?