Bir insanı, bir şirketi, bir derneği, bir partiyi, hatta bir ülkeyi felakete sürükleyen en büyük unsur nedir? Dünyanın kendi etrafında döndüğünü ve başına gelen her olumsuzluğun başkalarının kendisiyle uğraştığını düşünerek sorunlardan kaçmasıdır. Bunun ileri adımlarının psikoloji biliminde tanımlaması var; ona girip kimseyi rencide etmeyeyim.
Ama ben bu kafayla çok batan şirket gördüm. Patron ki herkesin kendisinin aleyhine çalıştığını düşünür, bir süre sonra önce şirketinde yalnızlaşır, sonra sektöründe… Ne yazık ki filmin sonu batışla sonuçlanır. Patron diyorum çünkü bu bir iş insanı olamaz. Ancak patronculuk oynayan bir müteşebbistir.
Gelelim ana konuya… Bugün yaşadığımız sorunların büyük bir çoğunluğunun iktisadi değil, siyasi olduğu söylendi. Açıklamayı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan… Hatta ifade tam olarak şöyle:
“Ekonomide yaşadığımız sıkıntıların çok önemli kısmı iktisadi değil, siyasi oyunların hayata geçirilme ürünüydü. Seçim öncesi, ekonomi üzerinden ülke siyasetini dizayn etme girişimine bir kez daha şahit olduk.”
Buna inanan inanır; ama gerçekçi değil. Neden? Öncelikle yapılan hataların bırakın siyasi olmasını, iktisadi tarafı bile yoktu. Son 5 yılda şiddeti artan oranda yapılan yanlışlar ve hızla yorum farkından çıkıp, bilimdışılığa koşmak ve ‘isteğim için’ kriteri koymak, ekonomi bilimini bile saf dışı bıraktı.
Milyarlarca doları sadece gerçek olmayan bir kur yaratmak için harcamak, yetmeyince borç dolar bulup onu da heba etmek bizi eksi 60 milyar dolarlık rezerv seviyesine getirdi. Enflasyonu gerçek dışılığa itmek, kendi kendimizi kandırmak, bugün satın alma gücünü yok seviyesine ulaştırdı.
Bu enflasyona güvenip, faiz düşerse enflasyonun düşeceğine inanmak, sebep sonuç ilişkilerini karıştırmak, politika faizinin 10 katına varan faiz oranlarının piyasada uygulanmasını ve ortaya çıkan riskin finansal dengeleri alt üst etmesinden sonra kredi mekanizmalarının tıkanmasını sağladı.
Dış ticareti unutup, ihracat rakamlarıyla avunmak, hiçbir yapısal sorunu çözmemek, üretmek yerine üretiyor gibi yapıp, imalatçıyı pişman etmek, envantersiz bir tarım sektörüyle ihracata odaklanıp, ithalata mahkum hale gelmek ülkeyi bu açmazlara getirdi.
İhracatçının gelirini kazanç zannedip TL’ye çevirmesini zorunlu kılmak, bırakın dış yatırımcıyı, iç yatırımcıyı yurtdışına kaçırır hale soktu. Bunun dışında kur korumalı mevduat hesabı yaratıp, rantiyeye olanak sağlarken, döviz hesaplarını bozacağını zannedip, ekonomiyi daha çok dolarize ederek, 125 milyar dolarlık risk yaratmak dış güçlerin oyunu değildi.
Komşularla ilişkilerin bozulmasından göçmen politikasıyla gelen ağır ekonomik faturalara kadar o kadar çok başlık sayılabilir ki… Bunların hepsi, o dönemde ‘arkasındayız, bizim kararımız’ diyerek deklare edilen eylemlerdi.
Bugün, sürpriz olmayan bir biçimde sonuç alamamak, daha kötüsü ağır faturalarla karşılaşmak, şimdi suçlayacak mekanizma arama sonucunu doğuruyor. Ama eğer hatanızla yüzleşemezseniz, çözüm de üretemezsiniz. Nitekim olmuyor da…
Ayrıca madem bunlar siyasi oyunlardı üç soru gelir gündeme… Birincisi seçimler sonuçlanıp, dış güçlerin istemediği bir tablo çıktığına göre neden halen bu politikalarla devam etmiyorsunuz ve tersini yapıyorsunuz? İkincisi de ortaya sanal suçlu atmak yerine açıklayın ve adres verin. Kim bunlar?
Gelelim üçüncü soruya… Bunları yapanlar dış güçlerse, Bakan Şimşek neden kapı kapı dolaşıp, ülkeyi dizayn etmeyi planladığı iddia edilen bu kapılarda para arıyor? Var mı bunların yanıtı?