Nathaniel Sirlin-David Rand
Çeviren: Sena Kaplan
Son zamanlarda sosyal medyada yanlış bilgilendirme ile ilgili büyük bir endişe oluştu. Bu gayet haklı bir endişe çünkü yanlış bilgilere inanmanın sonuçları kolaylıkla görülebileceği üzere ülkelerin geleceğini etkilediği gibi bizim bireysel ve kolektif sağlığımızı da geniş ölçüde etkiliyor.
Neden bazı insanların internette karşılaştıkları yanlış bilgilendirmeye inandıklarıyla ilgili popüler bir teoriye göre bu insanlar dijital okur-yazarlık -nasıl bir insanın dijital ortamlarda nasıl gezdiği ile ilgili belirsiz bir terim- becerilerine sahip değiller. Bu düşünceye göre okur-yazarlık becerilerine sahip olmayan birisi yanlış bilgilere inanmaya ve paylaşmaya daha müsait olabilir. Sonuç olarak daha az dijital okur-yazar olan insanlar yanlış bilgilendirmenin yayılması konusunda daha dikkate değer bir rol oynayabilir.
Bu argüman sezgisel olarak mantıklı görünüyor. Ama henüz çok az çalışma, dijital okur-yazarlık ve yanlış bilgilere inanmaya yatkınlık arasındaki bağlantıyı fiilen araştırdı. Ayrıca dijital okur-yazarlık ve insanların sosyal medyada ne paylaştığı arasındaki potansiyel bağlantı daha az biliniyor. Çevrim içi yanlış bilgilendirme psikolojisini çalışan araştırmacılar olarak biz bu potansiyel ilişkileri ortaya çıkarmak istedik.
Başlarken bu bağlamda dijital okur-yazarlığın ne anlama geldiği hakkında açıklık kazandırmak istedik. Bu terim birçok anlamda kullanıldığından, dikkatlice çalışmanın ilk adımı terimi tanımlamak oldu. İki tanım üzerinde karar kıldık. İlk tanım, dijital okur-yazarlık internette etkili bir şekilde bilgi bulmaya gerekli olan temel dijital becerilere sahip olmak iken-örneğin, interneti “Malavi’nin başkenti ne?” gibi soruları cevaplamak için kullanmak- diğer tanım ise spesifik olarak sosyal medya platformlarıyla ilgili. İnsanların bu platformların haber akışlarında neyi gösterip göstermediğini anlayıp anlamadığına odaklandık.
Bu ölçütlerle birlikte yaş, cinsiyet, etnisite ve coğrafi bölge açısından uyumlu olacak şeklinde ABD nüfusunu temsil eden 1341 Amerikalıya anket yaptık. İlk önce bu insanlara siyaset ya da COVID ile ilgili yarısı doğru yarısı ise bilgi teyiti yapan web siteleri tarafından yanlış olduğu ortaya çıkarılan iki düzine gazete manşeti gösterdik. Sonrasında ise bu insanların internetle alakalı çeşitli terimlerle aşinalığını açıklamalarını ve Facebook’un insanların haber akışında neyi gösterip göstermediğine nasıl karar verdiği hakkında bir soru sorarak dijital okur-yazarlıklarını ölçtük. Bu dijital okur-yazarlık ölçütleri arasındaki ilişkileri ve iki farklı sonucu-yanlış haberlere inanmaya ve bu konularla ilgili doğruya karşı yanlış haberler paylaşmaya istekli olma durumunu inceledik.
Yaptığımız çalışmayla dijital okur-yazarlığın gerçekten de bir kişinin doğru ve yanlış bilgileri ayırt edebilmede iyi bir belirleyici olduğunu bulduk. Kullandığımız iki dijital okur-yazarlık ölçütleri birbirinden bağımsız halde, katılımcıların gerçek haberleri, yanlış haberlerden daha fazla oranda doğru olarak düşündüklerini öngördü. Katılımcıların siyasi görüşleri ve haber manşetlerinin COVID ya da siyasetle alakalı olup olmamasından bağımsız bir şekilde sonuçlar öngörülerimizle aynıydı.
Fakat dijital okur-yazarlık ve yanlış bilgileri sosyal medya üzerinden başka insanlarla paylaşmaya isteklilik arasındaki ilişkiye baktığımızda sonuçlar farklıydı. Daha çok dijital okur-yazar olan insanların daha az dijital okur-yazar olan insanlar kadar yanlış bilgi içeren haberleri paylaşmak konusunda istekli oldukları görüldü. İlk bulduğumuz sonuçtaki gibi dijital okuryazarlık ve yanlış haberleri paylaşmak arasındaki ilişkinin, herhangi bir siyasi partiye olan bağlantıya ya da konunun siyaset veya pandemi ile alakalı olup olmamasına bağlı olmadığı çıktı.
Şaşırtıcı bir şekilde dijital okur-yazarlığı yüksek olan kişilerin de yanlış haberleri paylaşmaya bağışıklıkları olmadığı ortaya çıktı. Bu kulağa tuhaf geliyor. Eğer dijital okur-yazarsan ve doğru ile yanlış haberler arasındaki farkı daha iyi ayırt edebiliyorsan, neden yanlış haberleri paylaşmaya daha az eğimli olmayasın? Buna potansiyel bir cevap, neden insanların yanlış bilgileri paylaştığıyla ilgili daha önce yaptığımız bir çalışmadan geliyor. Çoğu insan yanlış bilgi paylaşmak istemese de sosyal medya, dikkat dağıtıcı: İnsanlar sosyal medyada hızlıca geziniyorlar, insanların dikkatleri sosyal onaylama ve yaptıkları paylaşımların ne kadar beğeni alacağı gibi diğer geri bildirimlere kayıyor. Bu şu anlama geliyor ki çoğunlukla bir şeyi paylaşmadan önce bu haberi paylaşıp paylaşmayacağımızı düşünürken bu haberin, hızlıca da olsa, doğru olup olmadığını kendimize sormayı unutuyoruz.
Son çalışmamız daha önceki bulgulara inanmanın ve paylaşmanın aynı şeyler olmadığını ekliyor. Sadece yanlış bir bilginin haber olarak sosyal medyada dolaşması ve milyonlarca kez paylaşılması insanların bu bilginin doğru olduğuna inandığı anlamına gelmiyor, paylaşan kişiler bilginin doğru olup olmadığını hiç düşünmemiş olabilirler. Ve sadece bir insanın durup düşündüğünde yanlış bilgiyi doğru bilgiden ayırt etmede daha iyi olması, onun daha doğru bilgiler paylaşacağı anlamına gelmiyor.
Sonuç şu ki ilginç bir şekilde dijital okuryazarlık, kimin sosyal medyada yanlış bilgi yaydığını öngörmede ana unsur olmayabilir. Hiç kimsenin yanlış bilgileri yayma olasılığına karşı bağışıklığı yok, o yüzden bir haberi paylaşmak için paylaş butonuna basmadan önce durup kendimize bu haberin doğru olup olmadığını sormamız lazım.
Kaynak: https://www.scientificamerican.com/article/digital-literacy-doesnt-stop-the-spread-of-misinformation/#Echobox=1657898292