Daire Kararındaki Hataları Eleştiren Notlar Bozma Sebebi Değildir

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas No : 2015/21-1096
Karar No : 2015/1654
Tarih : 17.06.2015

İÇTİHAT METNİ

DAVA :

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 15. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.10.2010 gün ve 2007/316 E.-2010/737 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 07.06.2011 gün ve 2010/12704 E.-2011/5279 K. sayılı ilamı ile;

( … Dava 01.03.2007 tarihinde iş kazası sonucu %27,20 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Zararlandırıcı olaya maruz kalan işçinin, optik kesim makinesi operatörü olarak çalıştığı davalı işyerinde olay günü kesim işini tamamlamasına takiben LPG tüpünün vanasını kapatmak isterken, LPG tüpü ile oksijen tüpü arasına 15 gün kadar önce davacı tarafından taktırıldığı anlaşılan bakır borudan aparatın patlaması ile sağ elinden yaralandığı dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Mahkemece; zararlandırıcı sigorta olayında davacının kusurunun bulunmadığı, davalı işverenin %100 oranında kusurlu bulunduğu belirtilen kusur bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle davacının maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında karar verilmesi yoluna gidilmiş ise de varılan bu sonuç hatalı olmuştur.

İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanununun 77.maddesinin açık buyruğudur.

Oysa, hükme dayanak alınan ve olay nedeniyle % 100 oranında davalı işvereni kusurlu bulan 07.04.2009 ve 14.04.2010 tarihli kusur bilirkişi raporlarında; bilirkişiler, İş Kanununun 77.maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususları ayrıntılı bir biçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiç bir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde, saptamadıkları anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, kusur raporunun, İş Kanununun 77.maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğu söylenemez.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın ve özellikle, somut olayın gerçekleşme biçimine göre davacıya da bir miktar kusur verilmesi gerekirken, yukarıda açıklanan ilkelere uygun düşmeyen, inandırıcı güç ve nitelikte olmayan, 77.maddenin öngördüğü koşulları içermeyen 14.04.2010 tarihli kusur raporunu hükme dayanak alınmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Kabul ve uygulamaya göre de: Davacı yararına manevi tazminatın takdiri ile maddi tazminatın hesaplanmasına esas alınacak ücretin belirlenmesinde de hataya düşüldüğü görülmektedir.

Gerçekten Borçlar Kanunu’nun 47.maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile sigortalıya verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı davacının sürekli iş göremezlik oranı, işçinin yaşı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması gerektiği de söz götürmez.

Bu ilkeler gözetildiğinde hükme esas alının kusur dağılımı esas alınsa bile davacı yararına hüküm altına alınan 40.000,00-TL manevi tazminatın fazla olduğu açıktır.

Maddi tazminatın hesaplanmasına esas alınacak ücretin belirlenmesine gelince: Davacının vasıflı işçi olduğu dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden belli olmaktadır. Öte yandan vasıflı işçinin asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği, giderek, sigorta müfettişinin asgari ücret üzerinden yapmış olduğu saptamanın ve işyeri kayıtlarının gerçeği yansıtmadığı açık-seçiktir. Yerel Mahkemenin bu nedenle emsal ücretlerin ne olacağı doğrultusunda araştırma yapması isabetlidir. Ancak davalı işyerinde TİS uygulaması bulunmadığı ve davacı tekniker olmadığı halde TİS uygulaması bulunan işyerindeki Tekniker ücretinin tazminatın hesaplanmasına esas alınması hatalıdır. Kaldı ki davacı dava dilekçesinde, ikramiye ve diğer sosyal haklarla birlikte aylık ücretinin 1.180,00-TL olduğunu açıklamış olup, bu beyanının kendisini bağlayacağı ortadadır. Hal böyle olunca, ilgili meslek odasından Endüstri Meslek Lisesi Mezunu bir optik kesim makinesi operatörünün ücreti sorularak, davacının dava dilekçesindeki aylık ücretine ilişkin beyanı da dikkate alınmak suretiyle davacının gerçek ücretinin tespit edilerek, tespit edilecek bu ücretle maddi tazminatın hesaplanması gerekirken, TİS tabi işyerlerindeki teknikerler için bildirilen ve davacının kabulünü aşar miktardaki ücretle maddi tazminatın hesaplanması hatalı olmuştur.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR :

Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Davacı, davalıya ait işyerinde iş sözleşmesine dayalı olarak çalıştığını, 01.03.2007 tarihinde işyerinde meydana gelen iş kazası nedeniyle %27,2 oranında maluliyete düştüğünü, olayın meydana gelişinde işverenin kusurlu olduğunu, maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek, kısmi dava ve ıslah talebi ile birlikte 94.820,89.-TL maddi ve birleşen dava ile 60.000,00.-TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, zararlandırıcı sigorta olayında davacının kusurunun bulunmadığı, davalı işverenin %100 oranında kusurlu bulunduğu belirtilen kusur bilirkişi raporları hükme esas alınmak suretiyle 94.820,89.-TL maddi tazminat ile 40.000,00.-TL manevi tazminata hükmedilmiş; davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilerek Özel Dairenin kusur raporunun yetersizliğine ilişkin bozma kararına karşı direnilmiş; Özel Dairece kabul ve uygulamaya göre yapıldığı belirtilen manevi tazminatın miktarı ile ücret miktarının belirlenmesine ilişkin kararlarına uyulmasına karar verilmiştir. Hükmü davalı vekili temyize getirmiştir.

I- )Davalı vekilinin, mahkemenin kusur raporunun yetersizliğine ilişkin bozma nedeni açısından verdiği direnme kararına yönelik temyiz itirazları yönünden;

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkin olarak açtığı davada düzenlenen kusur raporlarının hükme dayanak alınacak nitelikte olup olmadığı ( oluşa uygun olup olmadığı ), buna bağlı olarak davacıya da bir miktar kusur verilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere Anayasa’nın 17.maddesinde “yaşama hakkı” güvence altına alınmış, bu yasal güvencenin yaşama geçirilmesinde, iş ve sosyal güvenlik mevzuatında da işçilerin korunması, işin düzenlenmesi, iş güvenliği, sosyal düzen ve adaletin sağlanması düşüncesi ile koruyucu birtakım hükümler getirilmiştir.

Kamu düzeni düşüncesi ile oluşturulan işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuat hükümleri; işyerleri ve eklerinde bulunması gereken sağlık şartları, kullanılacak alet, makineler ve hammaddeler yüzünden çıkabilecek hastalıklara engel olarak alınacak tedbirleri, aynı şekilde işyerinde iş kazalarını önlemek üzere bulundurulması gerekli araçların ve alınacak güvenlik tedbirlerinin neler olduğunu belirtmektedir. Burada amaçlanan; işvereni işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin tamamını almaya zorlayarak, yapılmakta olan iş nedeniyle işçinin vücut tamlığı ve yaşama hakkının önündeki tüm engellerin giderilmesidir.

Bu amaçla yapılan düzenlemeleri içeren 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77. maddesi uyarınca, işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak, bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurma yükümlülüğü bulunmaktadır.

Uygulamada önemli olan, işverenin iş kazasına neden olacak şekilde, işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı, hareketi bulunup bulunmadığının tesbitidir.

Bu konuda yapılacak ilk yargı işlemi, mevcut hükümlere göre alınacak tedbirlerin neler olduğunun tespit edilmesidir. İş güvenliği ilkeleri gereğince mevzuat hükümlerince öngörülmemiş, fakat alınması gerekli başkaca bir tedbir varsa, bunların dahi tesbitinin zorunluluğu bulunmaktadır. İşverenin koruma tedbiri alma yükümü kapsamında bunların işverence tam olarak alınıp alınmadığı, alınmamışsa zararın bundan doğup doğmadığı ile işçinin tedbirlere uyma yükümlülüğü kapsamında duruma işçinin tedbirlere uymamasının etkili bulunup bulunmadığı ve bu doğrultuda tarafların kusur oranı saptanmalıdır.

Sorumluluğun saptanmasında diğer bir kural ise sorumluluğu gerektiren ve yasada belirlenmiş bulunan durumun kendi özelliğini gözönünde bulundurmak ve araştırmayı bu özelliğe göre yürütmektir.

İş güvenliği kapsamında yapılmakta olan iş nedeniyle işçinin eğitimi, sadece bir kısım mevzuatı hükümleri içerir belgelerin kendisine verilmesi değil, eylemli olarak, bu bilgilerin aktarımı ve öneminin kavratılması ile sağlanabilir. Eğitimden sonraki aşama ise, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemlerin alındığının ve uygulandığının denetlenmesidir.

Öte yandan, işyerinde çalışanlar; bina veya bina kısmında, inşaatta, makinede, tesisatta, alette ve edevatta göreceği noksan veya tehlikeli durumu amirine veya bakım onarım işleriyle görevli olanlara hemen bildirilecek ve işveren de bu kusurları en kısa zamanda ve uygun şekilde giderecektir.

Mahkemece hükme dayanak kılınan bilirkişi raporlarında; davalı işverenin %100 oranında kusurlu olduğu, davacı işçinin ise kusursuz olduğu belirtilmişse de; anılan raporlarda, davacı işçinin iş müfettişine verdiği “… kazanın meydana geldiği vana düzeneğini onbeş gün evvel ben G…’ta yaptırmıştım, bu aparatın bakır borusu patladı…” şeklindeki 11.04.2002 tarihli ifadesi, taraf tanıklarının beyanları ile Ceza Mahkemesince alınan ve davacının tali kusurlu olduğunu belirten 05.03.2009 tarihli kusur raporu hiç değerlendirilmemiştir. Şu durumda, kusur raporlarının, 4857 sayılı Kanun’un 77. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiğinden ve hükme dayanak alınacak nitelikte olduğundan söz edilemez.

O halde, yukarıda açıklanan nedenlerle ve bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

II- )Davalı vekilinin Özel Daire bozma ilamında yer alan “Kabul ve uygulamaya göre de” başlığı altında yapılan eleştirilere uyulmasına ilişkin karara yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Hemen belirtmelidir ki, bozma ilamlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan, bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin hükmündeki hatanın varlığına işaret eden, hükmü o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar; usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır. Dolayısıyla, mahkemelerin, bozma ilamında yer alan bu tür ifade ve açıklamalara ilişkin direnme ya da uyma kararı veremeyecekleri belirgindir. Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.03.1996 gün ve 1995/14-966 E.,1996/124 K. sayılı; 28.02.2007 gün ve 2007/2-91 E., 2007/85 K. sayılı; 27.04.2011 gün ve 2011/17-50 E., 2011/231 K. sayılı; 21.03.2012 gün ve 2012/10-20 E., 2012/235 K. sayılı; 25.12.2013 gün ve 2013/10-485 E., 2013/1749 K. sayılı kararları ).

Mahkemece, bozma ilamında yer alan “Kabul ve uygulamaya göre de” açıklamasıyla başlayan, tavsiye niteliğinde bulunan açıklamaları bozma nedeni gibi kabul edilerek uyulmuş ve bu karar temyize konu edilmişse de; usuli anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara uyulması da olanaklı bulunmamaktadır. Hukuk Genel Kurulunun görevi, direnme kararlarının temyizen incelenmesidir. Mahkemece, bozma ilamına açıkça uyulması veya kabul biçimine göre eleştiri mahiyetindeki belirlemelerin dikkate alınması suretiyle verilen kararlar ise direnme niteliğinde olmayıp, açık biçimde yeni hüküm teşkil etmekle, bu kararların temyizen inceleme görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.

Somut olayda da, Mahkemece “Kabul ve uygulamaya göre de” başlığı altında yapılan eleştirilere uyulmuş ve ayrıca eleştiri mahiyetindeki belirleme dikkate alınarak hüküm kurulmuş olmakla, açık biçimde yeni hüküm niteliğindeki bu karara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil; Özel Daireye aittir.

Bu nedenle, davalı vekilinin bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ :

1- )Yukarıda ( I ) numaralı bentte açıklandığı üzere, davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

2- )Yukarıda ( II ) numaralı bentte gösterilen nedenlerden dolayı davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelemesi için dosyanın DOSYANIN 21.HUKUK DAİRESİ’NE GÖNDERİLMESİNE, 17.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bu Yazıyı Paylaşın