Çok eskiden beri insanlar çocuk sahibi olmayı dört gözle beklemiş ve küçük bir bebeği kollarına almak, büyüyen bir çocuğu yetiştirmek, olgunlaşan evlatlarla iyi ilişkiler geliştirmek gibi hayaller kurmuşlardır. Dünyanın hemen her köşesinde, ebeveynliğin yaşamdaki en büyük hediye olduğu kanısı yaygındır. Ancak hızla değişen dünyada hem ebeveynleri hem de dünyaya gelenleri bekleyen ve özellikle 1980’lerden itibaren doğan genç kuşakların farkına varmak zorunda olduğu bedeller var.
Gezegenimizin günden güne kötüye giden sağlığını, uygarlığımızın içine hapsolduğu metalaştırıcı düzeni, insanı insana rakip olmak ve ezen ya da ezilen olmak arasında seçim yapmak zorunda bırakan nüfus patlamasını bir yana bırakırsak, ebeveyn olan kişilerin ikili ilişkisi de doğan çocuktan ötürü sınav vermek zorunda kalıyor. Anne ile çocuğun bağı kuvvetlenirken, çoğu zaman kadının diğer ilişkileri zarar görüyor. Şimdi bu konu hakkında yapılan araştırmalardan elde edilen başlıca sonuçları görelim.
Kötüye Gitmekten Başka Çaresi Yok mu?
Yeni evliler genellikle aşık ve mutlu hisseder, aralarındaki bağın kuvvetlenmesinden memnun olurlar. İstatistiklere göre bu memnuniyet, evliliğin ilk yılları içinde ciddi bir düşüş gösteriyor. Eğer düşüş özellikle sert ve zorlu bir şekilde gerçekleşmişse, birliktelik boşanma ile sonuçlanabiliyor. Buraya kadar bebek bezleri ve sonu gelmeyen harcamalar henüz ortaya çıkmış bile değil.
Yaklaşık 30 yıldır, araştırmacılar çocuk sahibi olmanın evlilik üzerindeki etkilerini inceliyor ve sonuç net: Eşler arası ilişki kötüye gidiyor. Çocuğu olan ve olmayan çiftler karşılaştırıldığında, ilişkiden duyulan memnuniyetteki düşüş oranı çocuklu çiftlerde neredeyse iki kat hızlı ilerliyor. Hele gebelik beklenmedik bir biçimde oluştuysa, ebeveynler arası ilişkideki olumsuz etki daha da büyüyor. İşin ironik tarafı, yeni ebeveynlerin evliliklerinden memnunluk oranının düşmesi ile birlikte, boşanma oranları da düşüyor. Yani çocuğunuzun olması sizi perişan edebilir ama bu acıya birlikte katlanırsınız. Daha kötüsü de var: Evlilik memnuniyetindeki düşüş, çoğu zaman genel anlamda yaşama ilişkin mutluluğu da azaltıyor. Çünkü sonuçta bir insanın yaşamındaki en büyük mutluluk kaynağı, güzel bir ilişki sürdürdüğü bir eşe sahip olmasıdır.
Ebeveyn olmanın evlilik üzerindeki negatif etkisini çocuğu olanlar iyi bilse de, bu çoğunlukla gerçekleşene kadar akla gelmeyen bir durum oluyor. Genç çiftlerin çoğu, çocuk yapmanın onları birbirlerine yakınlaştıracağını umuyor; en azından evliliklerine yük getireceğini sanmıyorlar. Fakat bu düşünceler ne yazık ki her aşığın düşlemekten hoşlandığı bir mit olmanın ötesine geçemiyor.
Sevgililer Ebeveyne Dönüşüyor
Eve bir bebek gelmesinin tüm gidişatı değiştireceği zaten bellidir. Kuşkusuz, eşler arası etkileşim de aynı kalmayacaktır. Genellikle eşler uzaklaşır ve birbirlerine görev bilinciyle yaklaşmaya başlarlar. Dikkatleri ebeveynliğin gerektirdiği ayrıntılara yoğunlaşmıştır. Çocukları beslemek, yıkamak, giydirmek gibi günlük işlere, hiç aksatmadan zaman ve enerji ayırmak zorunludur. Ailenin sorunsuz işlemesi çabasıyla, meyve-sebze alışverişi ya da çocukların gereksinimlerini konuşmaktan, dış dünya ve hatta eşlerin kendileri hakkında konuşmalar yok olmaya yüz tutar.
Tüm bu değişimler çok derinlere inebilir. Kişiliklerin temellerinde kaymalar yaşanabilir. Kadın anne, erkek baba olurken, sevgililer de ebeveyn hâline gelir. Cinsel yakınlaşmalar değişir ve eşler birbirlerini mutlu edecek küçük şeyler yapmayı yavaş yavaş bırakır. Bir zamanlar gönderilen duygusal mesajların yerini alışveriş listeleri alır.
Evlenmeden çocuk sahibi olan ebeveynler, çoğu zaman sistemi punduna getirdiklerini ve istatistiklerin dışında kalabileceklerini sanıyor. Fakat işin aslı öyle değil. Görünüşe göre, çocuğun ilişki üzerinde yarattığı etki medeni halden, cinsiyet yöneliminden ve gelir düzeyinden bağımsız olarak gerçekleşiyor.
Asıl Darbeyi Anne Alıyor
Ebeveynliğin bedelini en ağır biçimde ödeyenlerin babalar değil de anneler olması pek şaşırtıcı olmasa gerek. Eşlerin ikisi de dışarıda çalışıyor ve ev işlerini bölüşüyor olsa bile, basmakalıp cinsiyet rollerine kaymadan edemiyorlar. Kadınlar nöbetçi ebeveyn olmaya daha eğilimliler ve çoğunlukla gece yarısı bebek için kalkan veya çocuğun okulu tarafından muhattap alınan kişi anne oluyor.
Bu durumun neticesinde, kadınlar tam zamanlı işlerde çalışmayı bırakabiliyor. Dolayısıyla finansal sorumluluk ister istemez babaya geçiyor. Annenin çocuk ve ev ile ilgilenmeye, babanın da dışarıda para kazanmaya daha fazla zaman ayırmaya başlamasıyla birlikte, her iki ebeveyn için hayal kırıklığı, suçluluk duygusu ve gerginlik dozu artıyor. Tüm bu psikolojik sıkıntıların, depresyon ve diğer zihinsel sorunların yanı sıra, fizyolojik sorunları tetiklediği de oluyor. Son zamanlarda yaygınlaşan çift terapileri ile bu tür zorlukların üstesinden gelinmeye çalışıyor.
Peki madem çocuk sahibi olmak evlilikler için güçlük yaratıyor, o zaman çocukların büyüyüp evden ayrılmaları çiftlerin ilişkisini olumlu yönde etkiler mi? Evet, çocuklar yuvadan uçtuğunda bazı evliliklerin iyiye gittiğine ilişkin bulgular var. Bazı durumlarda ise çocukların gereksinimlerinin sona ermesiyle birlikte, çiftin onları bir arada tutacak hiçbir şey bulamamalarından ötürü bütünüyle koptukları da gözlemlenebiliyor.
Dünya Bebeğe Ne Vaad Edebiliyor?
Tüm bunlar düşünüldüğünde, dünya çapında giderek daha az insanın çocuk sahibi olmaya karar verme nedeni anlaşılıyor. ABD nüfus sayımlarına göre, son iki nesilde çocuk doğurmayan kadın sayısında ciddi bir artış var: 1976’da %35 iken, 2010’da %47’ye çıkmış.
Yine de çocuğu olan kadınların büyük bölümü, yaşamlarındaki en büyük mutluluğun çocukları olduğunu düşünüyor. Bu mutluluğun gebelik süreci ve doğum sıkıntılarına olduğu kadar, romantik ilişkilerini kaybetmeye de değer olduğunu belirtiyorlar. Bu noktada karar verirken sadece kendilerinin değil, dünyaya getirecekleri insanın mutluluğunun önemini ve günümüz koşullarında dünyanın yeni bir yaşama sunabileceği vaatleri de iyi değerlendirmeleri gerekiyor.