Derideki sorunların yangılardan, kas ve kemik yitimine, dahası bilişsel çöküşe uzanan yıkıcı etkileri olabileceğine işaret eden kanıtlar giderek artıyor. Yeni görüşe göre deri yalnızca yaşlanmanın belirtilerini yansıtmakla kalmayıp, yaşlanmaya da katkıda bulunuyor.
Yaşlanma belirtilerinin ilk gözlenebildiği yer derimiz. Bedenin en büyük organı… Ancak büyüklüğün ötesinde, deri kişinin yaşamda kalması açısından can alıcı bir öneme sahip. Derinin dış katmanı olan epidermis yaşamsal sıvıların bedenden havaya sızmasını önleyen koruyucu bir bariyer işlevi görür. Derideki ciddi bir hasar ölümle sonuçlanabilir. Ama bunun da ötesi var. Derideki önemsiz sorunların bile bedenin tümünü ciddi biçimde etkileyebileceği yeni yeni anlaşılıyor.
Kırışıklıklar ve yaşlılık lekeleri gibi değişimler yüzeysel görünseler de, bedenin gerisi üzerindeki etkileri azımsanmamalı.
Bununla ilgili kanıtların çoğu sedef hastalığı (psoriasis) ve atopik dermatit adlı iki deri hastalığından geliyor. Sedef hastalığında deride aşırı sayıda yeni hücre üretilmesi pullu alevlenmelere neden oluyor. Atopik dermatitte de, derinin kimi yerlerinde kuruluk, çatlaklar ve kaşınma meydana geliyor. İkisi de genelde yaşam boyu bakım gerektiren süreğen hastalıklar olarak biliniyor. Onlarca yıllık kanıtlar bu hastalıkların çok daha ciddi sorunlarla bağlantılı olduğuna işaret ediyor. Araştırmalar atopik dermatitin kalp krizi, felç, anjina ve kalp yetmezliği olasılığını “az, ama kayda değer ölçüde” artırdığını ortaya koyuyor. Çok sayıda başka araştırma da sedef hastalığının görünürde kalp-damar hastalıklarına yakalanma olasılığını arttırdığına işaret ediyor. Deri hastalıklarının kas yitimiyle de ilintili olduğu görülüyor.
Kuşkusuz, bu bağlantı ikisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğu anlamına gelmiyor. Her iki hastalık derinin koruyucu işlevinde aksamalara, buna bağlı olarak da alevlenmeyi tetikleyici sitokinler adlı kimyasalların üretilmesine neden oluyor.
Bu sitokinlerle yaşlanma sürecinde kanda tanık olunan sitokinlerin aynı olduklarını fark eden Kaliforniya Üniversitesi’nden Theodora Mauro ve arkadaşları, 2017’de farelerle bir araştırma yaptılar. Farelerin derilerine yapışkan bant yapıştırıp çekerek zarar veren araştırmacılar üç saat sonra derilerindeki sitokin kodlayıcı genlerin daha etkin duruma geldiklerine ve kanlarındaki sitokin düzeylerinin yükseldiğine, ancak gliserol ve petrol jeli uyguladıklarında sitokin düzeylerinin düştüğüne tanık oldular.
Bu durum epidermisin en dışındaki ölü hücrelerden oluşan ve suyun bedende tutulmasına yarayan keratin adlı protein açısından zengin olan korun katmanındaki bozulmadan kaynaklanabilir.
Hiyalüronik etkisi
Yeni kanıtlar yangılı derinin iltihaplı bağırsak sendromuna neden olabileceğine de işaret ediyor. 2021 tarihli bir araştırmada, hastalık ya da hasara bağlı olarak farelerin derilerinde yangı oluşmasının hiyalüronik asit adlı bir kimyasalın salımına yol açtığına, bunun da bağırsaklara girerek bir bağışıklık tepkisini tetiklediğine tanık olundu.
Derinin zarar görmesi kemik erimesine de katkıda bulunabiliyor. 2022 tarihli bir araştırmada, derilerinde yaşlanmaya benzer değişimler olan farelerin kemik yoğunluğunda da bir azalma görüldü. Araştırmacılar bu durumun deri hücrelerinin sistatin-a olarak bilinen ve genelde kemik hücrelerinin etkinliğini düzenleyen bir proteini daha az üretmelerinden kaynaklanabileceğine inanıyorlardı.
Beyin de etkileniyor
Derideki hasarın etkileri beynin içlerine de uzanabiliyor. Kimi araştırmalar yangılı deri hastalıkları olan kişilerin bilişsel yetersizlik ya da bunama belirtileri sergilemeye daha yatkın olduklarını gösteriyor. Nitekim, başka araştırmalar da bu belirtilerin ortaya çıkmasında yangı-yaşlanışın (inflammaging) payı olabileceğine işaret ediyor.
Derinin bariyer işlevi gören dış katmanının hastalık ya da hasardan ötürü güçten düşmesi, zararlı kimyasalların ve parçacıkların bedene sızarak daha geniş çaplı olumsuzluklara yol açabiliyor.
Derinin genel sağlığımız üzerindeki etkileriyle ilgili kanıtlar giderek artsa bile, bir yığın belirsizlik de söz konusu. Öncelikle, bu değişimlerin ne kadarının doğrudan deriden kaynaklandığı tam olarak bilinmiyor. Bedendeki farklı sistemler birbirlerini etkiliyor, deri içindeki düzenekler bile görünürde devreye giriyor. Yaşlandıkça yalnızca deride değil, bedenin tümünde gelişip artan eskimiş hücreler yangıları daha da körüklüyor.
Mikrobiyom
Tüm bunlarda deri mikrobiyomunun önemli bir rolü olduğu da giderek açıklık kazanıyor. Bedenin öteki bölümleri gibi, deri de çeşitli mikroorganizmaları barındırıyor. Sağlıklı bir deri mikrobiyomunun yaşamın ilk evrelerinde bağışıklık sisteminin gelişmesine katkıda bulunduğu artık biliniyor. Örneğin, deride yaşayan Stafilokok aureus türü bakterilerin sayısı atopik dermatiti olanlarda daha yüksek oluyor ve bu da derideki yangıların artmasına ve tüm bedeni etkilemesine neden oluyor. Öte yandan, Stafilokok hominis gibi başka bakteri türleri bedeni korumaya çalışıyor. Ancak atopik dermatitte bu bakteriler daha az sayıda olduklarından S. aureus’lar iyice azarak hastalığın daha da kötüleşmesine neden oluyorlar.
Ne yapılabilir?
Tüm bunlar derinin sağlıklı tutulmasıyla genel sağlığın korunabileceği anlamına geliyor. Deri yaşlandıkça yangı-yaşlanış süreci devreye girdiğinden, yaşlanma karşıtı ürünler bu etkiyi azaltabilir. Bu ürünlerin ne denli etkili oldukları tam olarak bilinmese de, kolesterol, bağsız yağ asitleri ve seramidler içeren ürünleri bir ay boyunca günde iki kez uygulayanlarda derinin suyu daha iyi tuttuğu ve kandaki sitokin düzeylerinin düştüğü görülüyor. Kimi uzmanlar da gliserin içeren ürünlerin yanı sıra, D vitamini için aşırıya kaçmadan güneş ışığı almamızı öneriyorlar.
Günün birinde belki derimizi tümden yenileyebileceğiz. Ancak o günler gelinceye dek derimize daha iyi bakıp, zarar gördüğünde iyileştirmeye çalışmakta yarar var.
Rita Urgan