21. Yüzyılın Sahip Olduğu En Büyük Sorun Boş Zaman Olabilir

21’nci yüzyılın sahip olduğu en büyük sorunun ne olacağını sorsaydınız, cevap Boş zaman.

Neredeyse her şeyin çözümü: daha az çalışmak

20nci yüzyılın en büyük iktisatçısına, 21nci yüzyılın sahip olduğu en büyük sorunun ne olacağını sorsaydınız, bir kere düşünmesi yeterdi: Boş zaman. John Maynard Keynes, 1930 yılının yazında, Madrid’de, torunları için, yani bizler için ekonomik olasılıklar başlıklı ilginç bir konferans vermişti.

2030 yılında, insanlığın o zamana kadar yüzleşmiş olduğu en büyük sorunla karşı karşıya geleceğini söylemişti: Boş zaman deryası ile ne yapacağını bilemeyecekti. Tabii politikacılar korkunç hatalar yapmazlarsa (örneğin bir ekonomik kriz sırasında tasarruf gibi), bir yüzyıl içinde, standart Batı yaşamının, 1930’dakinin en az dört katına yükseleceğini tahmin etmişti.

Sonuç? 2030 yılında, haftada sadece 15 saat çalışıyor olacaktık.

Keynes, boş zaman bolluğunu öngören ne ilk ne de son kişiydi. Amerika’nın kurucu babası Benjamin Franklin, sonunda, günde dört saatlik çalışma süresinin yeterli geleceğini çoktan tahmin etmişti. Bunun ötesinde, hayat tamamen boş zaman ve keyiften ibaret olacaktı. Karl Marx da benzer şekilde, herkesin, avcı, balıkçı, çoban veya eleştirmen bile olmadan, “sabah avlanacak, öğleden sonra balığa çıkacak, akşam sığır otlatacak, akşam yemeğinden sonra eleştiri yapacak” zamana sahip olacağı bir günü ümit etmişti.

İngiliz filozof John Stuart Mill, fazladan servetin en iyi kullanımının, daha fazla boş zaman olduğunu öne sürmüştü. Mill’e göre teknoloji, haftalık çalışma saatini mümkün olduğu kadar azaltmak için kullanılmalıydı. “Her türlü zihinsel kültür ve ahlakî ile sosyal ilerleme için her zamankinden fazla olanak olacak, yaşam sanatını geliştirmek için daha fazla boş zaman olacaktı.

Fakat 19ncu yüzyılın patlayıcı ekonomik büyümesini ileri iten Sanayi Devrimi, boş zamanın tam tersini getirdi. İngiliz bir çitfçi, 1300 yılında geçinmek için yılda yaklaşık 1500 saat çalışmalıydı fakat Mill’in yaşadığı çağda bir fabrika işçisi sadece hayatta kalmak için bu sürenin iki katını ilave etmek zorundaydı. Manchester gibi şehirlerde, tatil ve haftasonu olmadan, haftada 70 saat çalışmak, çocuklar için bile standarttı.

1855 yılında günde sekiz saatlik çalışma süresi güvenceye alınmaya başlanmıştı. Yüzyılın sonunda, bazı ülkelerde haftalık çalışma saati 60 olmuştu. Nobel ödüllü oyun yazarı George Bernard Shaw, 1900 yılında, 2000 yılındaki işçilerin günde sadece iki saat çalışacaklarını tahmin etmişti.

Daha az çalışmak, neredeyse her sorunu çözüyor… Daha az çalışmanın çözemeyeceği şey var mı?

Stres? Sayısız çalışma göstermiştir ki, daha az çalışan insanlar hayatlarından daha çok memnundur. Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu yoklamasında, Alman araştırmacılar “mükemmel günün” miktarını belirledi. En fazla zaman (106 dakika), “samimi ilişkilere” harcanıyordu. Listenin en altındakiler, “iş” (36) ve “işe gidiş geliş” (33) idi. Araştırmacılar kısa ve öz şekilde, sağlık ve mutluluğu en yükseğe çıkarmak için, çalışma ve tüketimin, şimdiyle karşılaştırıldığında insanların yaşamlarında daha az rol oynayabileceğini belirttiler.

Kazalar? Fazla mesai ölümcüldür. Uzun iş günleri daha fazla hataya yol açar: Yorgun cerrahlar, hata yapmaya daha yatkındır ve çok az uyuyan askerler, hedefleri ıskalamaya daha eğilimlidir. Çernobil’den Challenger Uzay Mekiği’ne kadar, fazla çalışan yöneticiler, felaketlerde ölümcül bir rol oynamaya sıklıkla daha yatkın olmuşlardır. Son onyılın en büyük felaketini tetiklemiş finans sektörünün, fazla mesaide boğuluyor olması rastlantı değildir.

İklim değişikliği? Dünya genelinde daha kısa haftalık çalışma süresine geçiş yapmak, bu yüzyılda salınan CO2’yi yarı yarıya azaltabilir. Daha kısa haftalık çalışma süresine sahip ülkeler, daha küçük ekolojik ayak izine sahiptir. Daha az tüketmek, daha az çalışmak ve refahımızı boş zamanla tüketmek ile başlar.

İşsizlik? Açık bir şekilde, bir mesleği basitçe daha küçük parçalara bölemezsiniz. İşgücü pazarı, herhangi birisinin bir koltuğa oturduğu ve tüm yapmamız gereken şeyin yer doldurmak olduğu, müzikli bir köşe kapmaca oyunu değildir. Uluslararası İşgücü Örgütü’ndeki araştırmacılar, (iki yarı zamanlı çalışanın, geleneksel olarak bir tam zamanlı çalışana atanan iş yükünü paylaştığı) iş paylaşımının, son krizi çözme yönünde uzun bir yol katettiği sonucuna vardılar. Özellikle işsizliğin tırmantığı ve üretimin talebi aştığı durgunluk zamanlarında, meslek paylaşımı, şoku hafifletmeye yardımcı olabilir.

Kadınlara eşit haklar vermek? Kısa haftalık çalışma süresine sahip ülkeler, sürekli olarak en yüksek cinsiyet eşitliği sıralamasına sahip oluyor. Temel konu, daha eşit bir iş dağılımına ulaşmak.

Yaşlanan nüfus? Yaşlı nüfusun giderek artan bir bölümü, emeklilik yaşına geldikten sonra bile çalışmak istiyor. Fakat otuzlu yaşlardakiler işte, aile sorumluluklarında ve kredilerde boğulurken, yaşlılar işe girmek için çabalıyor, (bir miktar) çalışmanın sağlık faydaları kanıtlanmış olsa bile. Bu yüzden, meslekleri cinsiyetler arasında daha eşit dağıtmanın ötesinde, onları nesiller boyunca da paylaştırmak zorundayız.

Eşitsizlik? Refahta en büyük eşitsizliklere sahip ülkeler, kesinlikle en uzun haftalık çalışma sürelerine sahip olanlar. Fakirler sadece geçinebilmek için gitgide daha fazla saat çalışırken, zenginler, saatlik oranları arttıkça izne çıkmayı daha pahalı buluyorlar. 19’ncu yüzyılda birisi ne kadar çalışırsa o kadar fakirdi. O zamandan beri sosyal adetler tersine döndü. Şimdilerde aşırı iş ve baskı, mevki simgeleri.

İyi Yaşam

İnsanlar bu kadar boş zamanda TV’ye yapışmaz mı? diye soruyorlar. Boş zaman ne bir lüks, ne de bir kusurdur. Bu, vücudumuzun C vitaminine ihtiyaç duyduğu kadar beynimizin duyduğu bir ihtiyaçtır. Japonya, Türkiye ve tabii ki ABD gibi aşırı çalışan ülkelerde, insanlar saçma miktarda TV izliyorlar.

Boş zaman denizinde yüzmek kolay olmayacak. 21’nci yüzyıl insanları sadece iş gücüne katılmak için değil, ayrıca ve daha önemlisi, hayat için de hazırlamalı.

Kaynak: bilimgunlugu.com

Bu Yazıyı Paylaşın