Gazi Mustafa Kemal’in öğretisinden biliyoruz ki; “Ekonomisi zayıf ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz.”
Bu bağlamda, yıllardır; “Bu borç yükü ve bu kadar dolarizasyon ile ekonomi gitmez. Dışa, sıcak paraya bağımlı ekonomik yapı bir gün duvara toslar. O zaman borç verenler emir vermeye başlarlar.” diye yazdım, durdum.
Ancak çok az duyarlı insan dışında kimse sesimi duymadı. Bazıları yazılarımı hor gördü. Bazıları gereksiz, bir kısmı para kazanmadığım bir iş yapmamın nedenini sorguladılar.
Elimden geldiğince basit bir cevap vermeye çalıştım: “Belki yazılarımı beğenmiyor olabilirsiniz. Ama ben 1994 ve 2001 Kriz deneyimlerini bir şekilde yaşamış biriyim. Elimden geldiğince, çapım yettiğince iyileri ve kötüleri gözlemledim. Gözlemlerimi ve deneyimlerimi ne kadar okuyucum varsa, özellikle öğrencilerimle paylaşmak benim yurtseverlik görevimdir” diyerek yazmaya devam ettim.
Amacım bugünlerde yaşadıklarımızın kaçınılmaz olduğunu anlatmaktı.
Örneğin, 2009’da 32 sayılı Kambiyo Rejimi ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı değiştirilip, döviz geliri olmayan şirketlere dövizle borçlanma hakkı verilirken Habertürk gazetesindeki köşemden uyardım.
2013’te FED Başkanı Bernanke, dövizin bolluğunun biteceğini ilan ettiğinde, artık dış borç alınmasın diye bu blogtan uyarmaya çalıştım. Dövizle borçlanmaya sınır getirilsin dedim. Tam tersine KÖİ projelerinin finansmanı için bir yılda onlarca milyar dolar dış borç alındı.
Sonunda artık şirketlerin dövizli borç stoku 300 milyar dolara yaklaştı. Borç alınırken hiç kimse bunların geri ödemesinin nasıl yapılacağını konuşmadı. Döviz geliri olmayan şirketlerin nereden dolar, Euro bulacağı kimseye dert olmadı.
Ama yıllık borç geri ödeme rakamları ve cari açık finansmanı ihtiyacı 230-240 milyar dolarlara çıkınca sıkışmalar başladı. Borç verenler, öncekileri tahsil etmeden yenisini vermek istememeye başladılar. “Daha önce aldığınız borçları nasıl ödeyeceksiniz?” diye sormaya başladılar.
Buna karşılık, sorumlular inandırıcı, kapsamlı bir ekonomik hikâye anlatacakları yerde, sıcak para yatırımcılarını iknadan uzak söylemleri çoğaltmaya başlayınca ortalık darmadağınık oldu. Daha kötüsü, Osmanlı’nın kapitülasyonlar ve Duyunu Umumiye deneyimini unutanlar, emperyalistlerin siyasi saldırganlığını öne çıkararak, sorunun asıl kaynağını, aşırı borçlanmanın nedenlerini örtmeye çalışıyorlar. Alınan borçla neden üretim yerine rantın hedeflendiği kimse açıklamıyor.
Şimdi gelinen aşamada nasıl toplanır diye soruluyor.
Öncelikle cevap bulunması gereken soru şu; Şirketler dövizli borçlarını kendileri ödeyemezlerse, olay şirket bazındaki küçük hikayelerden sektörlere oradan da ekonomiye sıçrama riskine dönüşürse ne olacak?
Söyleyeyim; piknikçinin mangal yangını ormana yayılınca ne oluyorsa o olacak. Yangın büyümeden hızla itfaiye çağrılacak. Burada itfaiye kim?
Devlet. Yani Hazine.
Sakın “Ben neden ödeyeyim?” demeyin. Piknik yaparken, ormanda yangın riskini göze almaz, ben sadece köftemi yiyecektim diyerek mangalı yelleyip durursanız, yangın çıkınca kaçışın yok. Artık ormanda yangın var. Üstelik itfaiyenin arozöz sayısı yetersi ve suyu yok. İşimiz Allah’a kalmış. Yangın söndürülmezse evleri bile yakabilir.
Ha bu arada ormanı yakan mangalcıya, önlem almayan ormancıya ceza verilmeyecek mi? Eğer önce diğer piknikçiler, sonra da ormancı uyuduysa ve yangın tüm ormanı sardıysa hapse atsanız ne işe yarar.
Böylesi bir durumda en iyisi yangını söndürmek için el birliğiyle çalışmak ve soğutmaya başlamak. Sonra işin ehli, doğa ve çevre dostu idealist, fedakâr insanlarla bir araya gelerek, hep beraber yeni fidanlar dikmek, ormanı yeniden yeşillendirmek.
Kaynak: hakanozyildiz.com-Hakan Özyıldız