Beşinci yüzyılın başlarında, Yunan tarihçi Thucydides, Spartalıların kendilerini kontrol etme becerilerini ve stoacılığını (itidalini kaybetmeme); daha hoşgörülü ve özgür düşünen Atinalılarla karşılaştırmıştı. Günümüzde de belirli kültürlerle özdeşleşmiş dahası bu kültürlerle anılan bazı davranış örgülerine ve karakteristiklere rastlamak mümkündür.
İtalyanların konuşurken çok fazla el kol hareketi yapmaları; Hollandalı çocukların kolay ikna olmaları ve az mızmızlık yapmaları; Rusların kamusal alanlarda nadiren gülmeleri gibi belirli bazı kültürlerin göze çarpan özellikleri bulunur.
Bu farklılıkların nasıl şekillendiği ve nesilden nesile nasıl aktarıldığı ise özellikle de gelişimsel psikologların dikkatini çeken bir araştırma alanı olarak duruyor. Dahası iki psikoloji profesörü olan Masha Gartstein ve Samuel Putnam konu üzerine araştırma makalelerinden yola çıkarak daha fazla soruyu da akıllara getiren “Toddlers, Parents and Culture” (Çocuklar, Ebevenler ve Kültür) isimli bir kitap dahi kaleme almışlar.
Kültürel Değerlerin Kalıcı Etkisi
Nasıl davrandığımız konusunda kalıtımın büyük payı olsa da bu konuda tek belirleyici değildir. Son 20 yıldır, araştırmacılar, çevresel bir etken olan kültürün kişiliği nasıl etkileyebildiği üzerine pek çok araştırma yayımladılar.
Örneğin, 2005 yılında Journal of Personality and Social Psychology ‘de yayımlanan bir araştırmada, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanların kişilikleri arasındaki belirgin farklılıklar belgelenebildi. Araştırma verilerine göre, örneğin, Avrupa kültürlerindeki yetişkinler, Asya kültürlerindeki yetişkinlere kıyasla yeni deneyimler elde etmeye daha açık insanlar. Öte yandan, Avrupa içinde ise, Kuzey Avrupa’dan gelen insanların Güney Avrupa’daki akranlarından daha vicdanlı oldukları bulgusuna ulaşıldı.
2017 yılında Journal of Research in Personality‘de yayımlanan bir başka araştırmada ise, bu farklıların bazılarının izleri erken çocukluk dönemine kadar takip edilebildi. Görünüşe göre ve şaşırılmayacak biçimde ebeveynliğin bu farklılıklarda bir rol sahibi olduğu gözlemlendi.
Bu şekillendirmenin tam olarak nasıl gerçekleştiği üzerine yapılan güncel araştırmaların verileri, bir yandan da Holandalı psikolog Geert Hofstede‘nin 1970lerde dünyanın farklı yerlerinden gelen IBM çalışanlarının iş memnuniyetini etkileyen faktörlerle de çapraz sorguya tabi tutuldu.
Dünyanın farklı yerlerindeki ebeveynlere uygulanan araştırma ölçeğinden elde edilen verilerin, Hofstede’nin araştırmasındaki verilerle korelasyon göstermesi araştırmacıları da şaşırttı. Çünkü, 1970’lerde iş tercihleriyle ortaya çıkan kültürel değerler, yaklaşık 40 yıl sonra ebeveynlik uygulamalarında ve çocuk mizacında da görülebiliyordu.
Bu korelasyon önemliydi, çünkü, bu veriler bize; kültürel değerlerin nispeten kalıcı olduğunu ve çocukların zaman içindeki gelişimlerini etkilediği görülüyor.
Bireycilik mi? Kolektivizm mi?
Bu geniş kültürel değerlerin belki de en bilindik olanları; bireycilik ve kolektivizmdir.
ABD (bireycilik skoru: 91) ve Hollanda (bireycilik skoru: 81) gibi bazı ülkelerde, insanların büyük oranda kendi çıkarına olan işlerin peşinde oldukları görülüyor. Bu gibi ülkelerdeki insanların, kişisel tanınma arayışı içinde oldukları ve kendi sosyal ve finansal durumlarını iyileştirmeye çalıştıkları düşünülüyor. Güney Kore ve Şili gibi bazı toplumların ise; aile, işyeri veya ülke gibi daha geniş gruplara daha fazla değer verdikleri görülüyor.
Yapılan saptamalara göre, bu sosyal değerlerin, ebeveynlerin çocuklarını disipline etme biçimlerinde fazlasıyla pay sahibi ve bu da söz konusu bu değerlerin nesilden nesile taşınmasını mümkün hale getiriyor. Örneğin, daha bireyci kültürlerdeki ebeveynler ile daha kolektif kültürdeki ebeveynler karşılaştırıldığında, kolektif kültürdeki ebeveynlerin çocuklarını azarlarken, onları yanlış davranışlarını “düşünmeye” ve çevrelerindekileri nasıl olumsuz yönde etkileyebileceğine yönelik düşündürmeleri daha olasıdır.
Bu yaklaşım da, grup uyumunu destekliyor ve çocuğu, kolektif bir topluma adapte olabilmek üzerine şekillendiriyor. Öte yandan, bir çocuğa düzenli olarak davranışlarının diğer insanları nasıl etkilediğinin hatırlatılması; çocuğun suçluluk, endişe ve utanma duygularını daha fazla hissetmesine de neden olabilir. 2017 yılında Journal of Research in Personality‘de yayımlanan araştırmada da, kolektif kültürlerdeki çocukların bireysel toplumlarda yetişen çocuklara kıyasla daha fazla üzüntü, korku ve rahatsızlık ifade etme eğiliminde oldukları bulgusuna ulaşıldı.
Teşvik Etmek mi? Sınırlandırmak mı?
Araştırmada üzerinde durulan ikinci değer seti ise, teşvik etme ve sınırlandırma davranışları üzerineydi. ABD, Meksika ve Şili gibi bazı kültürler, istek duyulan şeyi elde etme konusunda teşvik ediciyken; Güney Kore, Belçika ve Rusya gibi ülkelerki insanlar ise ise bu konuda kendini dizginleyebilme noktasında cesaretlendirici davranıyor.
Bu değerler, esasında bazı spesifik ebeveyn amaçlarıyla bağlantılıdır. Daha da özelde, teşvik edici toplumlardaki ebeveynler, öz saygı ve bağımsızlığın geliştirilmesinin önemini vurgulama eğilimindedir. Örneğin, bu toplumlardaki ebeveynler, çocuklarının kendilerini eğlendirmelerini ve kendi kendilerine uykuya dalmalarını beklerler. Çocuklarından birisi yanlış bir davranış sergilediğinde, ebeveynler, çocuklarına bu davranışı düzeltme ve yarattıkları hasarı giderme konusunda yollar önerirler.
Bu tarz bir uygulamadan çocuğun alacağı mesaj; kendi mutluluğunun kontrolünün kendisinde olduğu ve hatalarını onarabilecek kapasitede olduğudur. Çocukların istek duydukları şeyi elde etme konusunda teşvik edilmeleri; onları, aynı zamanda da anlık ödülleri elde etme noktasında dürtüsel yapabilir –yemekten önce tatlı yemeye çalışmak ya da bir mağazada raftaki bir oyuncağı izinsiz almak gibi–.
Öte yandan, sınırlandırmacı toplumlarda ise, ebeveynlerin çocuklarını disipline ederken bağırmaları ya da küfür kullanmaları daha muhtemel gözüküyor. Bu da çocukları daha itaatkâr olmalarına ancak aynı zamanda da daha az iyimser olmalarına ve kendi kendilerine daha az eğlenmelerine neden olabilir. Söz konusu ölçekte Türkiye’nin sınırlandırma konusundaki skoru ise 51’dir.
Bireyci Bir Gelecek mi?
Ebeveynler, çocuklarını yaşayacakları dünyaya en iyi şekilde hazırlamak için motive olmuş gibi görünmektedirler ve bir kültürde işe yarayan şeyin, başka bir kültürde işe yaramıyor oluşu esasında bir problem değildir.
Fakat dünyanın giderek birbiriyle daha sıkı bir etkileşim içerisinde bulunması, bu ebeveyn çeşitliliğinin de azalmasına neden olabilir. Gerçek şu ki, son 50 yılı aşkın bir süredir dünyadaki pek çok ülkede bireyciliğin yükselişte olduğunu görüyoruz. Bu kaymanın ekonomik anlamda gelişmiş ülkelerde daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yine de ebeveynlik biçimleri ve çocuk gelişimi noktasında kültürden kültüre büyük farklılıklar söz konusu. Bu da toplumsal değerlerin kalıcılığının bir göstergesi.