Menstrüasyon binlerce yıldır ayıplanan bir konu ve bir etiketleme aracı. Eski Ahit’te menstrüasyondan “bulaşıcı dönem” olarak söz edilirken Hinduizm, bu dönemi “kirlilik ve utanç” çağrışımları olan “asaucha” olarak adlandırmakta.
İngiltere’de psikososyal danışmanlık veren Rachel Weiss, bu durumun menopoza girildiğinde de sona ermediğine dikkat çekiyor. Weiss, “Menopoz gelip çattığında artık kirli olmadığımız için büyük bir kutlama yaptığımız düşünülebilir. Ama durum öyle değil” diyor.
Menopoz, günümüzde hâlâ tabu olan bir konu. Weiss, bu kavramdan ilk kez 2017’de BBC’de yayımlanan bir belgeselde bahsedildiğini gördüğünü ve “Menopoz ve Ben” adlı bu belgeselin menopoz döneminin insanları etkileme biçimleri üzerine kendisine çok şey öğrettiğini ifade ediyor.
Modern bilim, menopozla ilintili bu etiketlemeyi körükledi. Çoğunluğu erkek olan bilim insanları, 20’nci yüzyılda östrojen hormonunun menopoz belirtileri için bir hormon tedavisi olarak kullanılabileceğini keşfetti. Bu araştırma, olağan bir yaşam olgusu olan menopozun teşhis ve tedavi gerektiren bir hormon eksikliği hastalığına dönüşmesine yol açtı.
Hormon Replasman Tedavisi (HRT) daha sonraki dönemde menopoz için bir “tedavi” olarak tanıtıldı. 1950’lerde erkeklere Premarin hormon haplarının bir kadını “yeniden beraber yaşaması keyifli hale getirdiği” söylendi. Bugün de devam eden bu damgalama pek çok kadının menopoz deneyimleri hakkında konuşamamalarına neden oluyor.
Weiss, “Ergenliği tıbbileştirdiğinizi ve çocuklara ergenlik döneminin korkunç geçeceğini söylediğinizi ve sonra da onlara bunu durduracak bir hap olduğunu söylediğinizi hayal edin. İşte menopoz genellikle böyle lanse ediliyor” diyor.
Menopoz nedir?
Menopoz, kadınlarda adet döngüsünün ve doğurganlığın sona erdiğine işaret eder. Başta östrojen ve progesteron olmak üzere yumurtalıklar tarafından üretilen üreme hormonlarının kademeli olarak azalmasından kaynaklanır. Ortalama yedi yıl sürer ve genellikle 40’lı yaşların sonundan 50’li yaşların başına kadar olan dönemde gerçekleşir. Hormonal değişiklikler sıcak basmaları, gece terlemeleri ve ruh halindeki değişiklikler gibi çok çeşitli menopoz belirtilerini tetikler. Kadınların yüzde 38’i bu semptomları orta ila şiddetli olarak nitelendiriyor.
Tıp dergisi Lancet’te yayımlanan yeni bir araştırma dizisinde, menopoza ilişkin yeni bir yaklaşım ele alınıyor. Araştırma, toplumları menopozun tıbbıleştirilmesi bakış açısından uzaklaşarak, bu görüşün yerini hayatın bu aşamasına geçiş yapan kadınları destekleyen daha geniş bir modelin almasını teşvik ediyor.
Araştırma serisinin yazarlarından Martha Hickey, menopoz deneyiminin her kadın için farklı olduğuna dikkat çekiyor. Melbourne Üniversitesi’nden Hickey, “Serimiz kadınların menopoza geçiş süreçlerinde kendileri için doğru olan bilinçli kararlar alabilmelerine yönelik doğru, tutarlı ve tarafsız bilgilerle güçlendirildikleri kişiselleştirilmiş bir yaklaşım çağrısında bulunmaktadır” diyor.
Depresyonda hormonlar değil, toplumsal faktörler baş rolde
Lancet’te yayımlanan araştırmalardan biri, erken menopozun daha fazla ciddiye alınması gerektiğini vurguluyor. Erken menopoza giren kadınlarda kardiyovasküler hastalık ve osteoporoz görülme olasılığının daha yüksek olduğuna dikkat çekiliyor.
Dünyada kadınların yüzde 8 ila 12’si erken menopozu tecrübe ederken, bu oranın bazı ülkelerde daha yüksek olduğu görülüyor. Örneğin Hindistan’da her beş kadından biri 30’lu ya da 40’lı yaşlarının başında menopoza giriyor. Çalışmada, erken menopoz teşhisinin ise genellikle geç konulduğu ya da kötü yönetildiği belirtiliyor.
Bir diğer çalışma ise menopozun kötü ruh sağlığıyla ilişkilendiren yaygın inanışa meydan okuyor. Araştırma, menopozun anskiyete, bipolar bozukluk ya da psikoz riskini artırdığına dair güçlü bir kanıt bulunmadığını ortaya koyuyor. Depresif belirtilerin yaygın olabileceği, ancak bunun da genellikle depresif bozukluk geçmişi olan kadınlarda görüldüğü belirtiliyor.
Weiss, meselenin östrojen eksikliğinin depresyona yol açması olmadığının altını çizerek, “Menopozla birlikte ortaya çıkan tüm diğer toplumsal ve kültürel faktörler insanların kendilerini değersiz hissetmesine neden oluyor. Pek çok kişi için bu durum, ergenlik çağındaki çocukları hormonal değişimler geçirdiği ve bunun korkunç bir hal aldığı ya da yaşlı ebeveynlerinin hastalandığı bir dönemde gerçekleşiyor. Bu süreç büyük bir fırtınaya dönüşebilir” diyor.
Menopoz damgalamasıyla mücadele
Lancet’in araştırma serisinin ana temalarından birini menopoz etrafındaki utanç ve damgalamanın üstesinden gelme gerekliliği oluşturuyor.
Bir çalışma, menopozu normalleştirmenin ve tarafsız, güvenilir bilgiye kolay erişimi mümkün kılmanın kadınlar için destekleyici olabileceğini, onlara sürecin yönetimine ilşkin kararlar almalarında yardımcı olabileceğini kaydediyor. Araştırmacılar, “Daha geniş anlamda, menopozun bir düşüş ve çöküş dönemi olduğuna dair yaygın etiketlemeye meydan okumak ve daha menopoz dostu bir iş ortamı yaratmak kadınların güçlenmesine yardımcı olabilir” ifadelerini kullanıyor.
Lancet araştırmaları, menopozla ilgili damgalamanın toplumda ne kadar kök saldığını ortaya koyuyor. Bir araştırmaya göre, pek çok kadın genç kızken adet gördüğü için utanç duyduğunu, daha sonra da ileri yaşlarda bir kadın olarak adet görmediği için utanç duyduğunu ifade ediyor.
Weiss, kadınların adet dönemlerinden bahsetmemek üzere yetiştirildiğini kaydederek şöyle diyor: “Ancak daha derin bir boyut da cinsiyete dayalı yaş ayrımcılığı. Bazı kadınların menopoza girdiklerini yöneticilerine söyleyemediklerini, çünkü bunun yaşlarının geçtiği anlamına geleceğini söylediklerini duydum. Toplumumuzda yaş, bir kadın olarak değersizlik anlamına geliyor.”
İngiltere gibi bazı ülkelerde menopozla ilgili artan tartışmalar farkındalığı artırmaya, utanç ve damgalanmanın azaltılmasına yardımcı olurken, Lancet çalışmaları da menopozun korkulması gereken bir hastalık değil, bir yaşam deneyimi olarak görülmesine yönelik daha kapsamlı değişimler yaratmayı hedefliyor.