Geçen hafta içinde Merkez Bankası 2024 yılı için 4 ay önce öngördüğü %36 enflasyon oranını %38 olarak revize etti. Yapılan açıklamalardan anladığımız; enflasyonun nedeni olarak talep enflasyonu belirlenmiş ve özellikle de ücretlilerin maaşlarının artırılmasının enflasyona neden olacağına ilişkin formüller uydurulmaya çalışılmış. Ülkemizde enflasyonun nedeni olarak sayabileceğimiz unsurlar; kur yükselişi, üretici ve satıcıların yüksek kâr hırsıdır. Son dönem enflasyon verilerine baktığımızda; kur yükselişi olmadığı için kurun etkisinin sınırlı kaldığını, petrol, doğalgaz ve enerji fiyatlarında çok ciddi artışlar olmadığını ama ülkemizde gelir dağılımı adaletsizliğinin bir sonucu olarak yüksek gelir grubunun talep seviyesinin yüksek olduğunu, son bir yılda 50 milyar dolar tüketim malı ithal ettiğimizi görüyoruz. Ülkemizdeki üretici ve satıcıların yüksek kâr hırsı nedeniyle fahiş zamlar yaptığının kanıtlarını İSO 500 ve Merkez Bankası tarafından açıklanan genel ve imalatçı şirket verilerinde görebiliriz.
Bu veriler incelendiğinde; 2017 ile 2022 yılları arasında ciro artış oranının üç katı kâr artış oranlarını görüyoruz.
Bütün bu gerçeklere rağmen enflasyonun suçlusu bulundu. Çalışanların aldıkları ücretler. Asgari ücret, enflasyon nedeni ile son yıllarda yılda iki kez belirlenmişti. Bu yıl temmuz ayında artış yok. Emekliler, TÜFE oranında 6 ayda bir zam alacaklar. On altı milyon emeklinin en düşük emekli aylığı 10.000 TL ve 9 milyon emekli 10.000 TL alıyor. En düşük memur maaşı 33.000 TL ve onlar da 6 ayda bir zam almaya devam edecekler. Ülkemizde 65 milyon çalışabilir nüfus var. Kayıtlı çalışan sayısı 22.800.000 kişi, bu rakamın 16.800.000‘i SGK’lı çalışıyor ve SGK‘lı çalışanların %43’ü asgari ücret alıyor. Alınan ücretler ve ücret alanların sayısı ortada iken, enflasyonun nedeni olarak çalışan ve emekli maaşlarının gösterilmesi gerçekten pes dedirtiyor.
Nisan 2024 Tüketici Fiyat Endeksi verileri incelendiğinde; çoğunlukla yüksek gelir gruplarının talep ettiği eğitimde %103.68 ve sağlıkta %69.80’lik yıllık TÜFE oranını görüyoruz.
GIDA ENFLASYONUNU KİM NASIL DURDURACAK?
Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre; dünyada son bir yılda gıda fiyatları %7.4 oranında düşerken, Türkiye’de %68.4 oranında artmıştır. Bu sonuca şaşırdık mı? Hayır. Türkiye’de tarımda o kadar büyük yanlışlıklar yapıldı ki ve hâlâ da bu yanlışlarda ısrar ediliyor. Kendi kendine yeten dünyadaki dört ülkeden biriyiz diye övünürken, ithal etmediğimiz hiçbir gıda maddesi kalmadı maalesef. Saman ithal edilmesini eleştirdiğimizde “ne var yani paramız var alıyoruz” diyenler şimdi ortada yok.
Ülkemizde köyler boşalmış, kentte yaşayan nüfus toplam nüfusun %75’ine çıkmış. Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı çiftçi sayısı 2.200.000 ama gerçek anlamda çiftçilik yapan çiftçi sayısı 550.000 ve yaş ortalaması 60. Tarım Kanunu’nun 21.maddesine göre; gayrisafi milli hasılanın %1’inin tarımı desteklemek için kullanılması gerekirken bu yasa hükmüne uyulmamış, tarıma belirlenen oranın çok altında destek verilmiştir. Fındıkta alan bazlı dönüm başına ödenen tutar on yıldır 170 TL. On yıl önce 170 TL ile bir ton gübre alınırken, şimdi 15 kilogram gübre alınabiliyor, durumun vahametini görelim. Tarım sektöründe başarıyı belirlemek için birçok farklı ölçüt ve kriter kullanılıyor. Genel olarak; tarımsal verimlilik, ürün çeşitliliği, ihracat hacmi ve tarımsal teknoloji kullanımı gibi faktörler dikkate alınıyor.
ASGARİ ÜCRET ARTIŞI YAPMAMAK AÇLIKTAN ÖLEN OLUR MU? SORUSUNUN YANITINI ARAMAKTIR!
Gıda enflasyonunda açık ara lider olan bir ülkede, gıda enflasyonunu durdurmak bir yana artışı engelleyemez iken, ücret artışı yapmamak “ölen ölür kalan sağlar bizimdir“ demektir.
– Sabit ve düşük gelir gruplarının gıda harcamalarının toplam gelirlerine oranı daha yüksektir. Bu nedenle, gıda fiyatlarında meydana gelen artışlar, bu gruplar için daha fazla mali baskı yaratır. Bu grupların gıda enflasyonundan daha fazla etkilenmesinin bazı nedenleri:
– Sabit ve düşük gelirli ailelerin, gıda harcamaları genellikle toplam gelirlerinin büyük bir kısmını oluşturur. Dolayısıyla, gıda fiyatlarında meydana gelen artışlar, bu gruplar için daha büyük bir yüzdelik artış anlamına gelir.
– Düşük gelirli aileler, gıda harcamalarını azaltmak veya değiştirmek için daha az esnekliğe sahip olabilirler. Diğer bir deyişle, gıda fiyatlarında meydana gelen artışlar, bu gruplar için temel gıda maddelerinden vazgeçmeyi zorunlu kılabilir.
– Gelirdeki artışlar düşük gelirli aileleri gıda enflasyonundan koruyabilirken, gelirdeki azalmalar veya sabit gelirler bu grupları daha fazla etkileyebilir.
– Sabit ve düşük gelirli aileler genellikle daha az eğitime sahip olabilir ve bu da daha az gelir elde etmelerine ve ekonomik güvenlikten yoksun olmalarına neden olabilir. Bu durum, gıda enflasyonundan kaynaklanan mali zorluklarla başa çıkmayı daha zor hale getirebilir.
Sonuç olarak; sabit ve düşük gelirli gruplar, gıda enflasyonundan daha fazla etkilenir çünkü gıda harcamalarının gelirlerine oranı daha yüksektir ve mali kaynakları genellikle daha sınırlıdır.
Nüfusunun %25’inin devletten sosyal yardım alarak hayatını sürdürdüğü ülkemizde, asgari ücret ve en düşük emekli aylığı açlık sınırının (17.725 TL) altında. Yoksulluk sınırı rakamını (57.736 TL) dikkate aldığımızda, yaklaşık 28 milyon kişi de bu tutarın altında gelir elde ediyor. UBS’in hazırladığı Global Wealthy Report’da yer alan bilgilere göre; Türkiye yetişkin başına medyan servette Moldova’nın bile yarısına tekabül eden 5.488 dolarlık servet rakamını yakalayarak bölge sonuncusu olmuş. Yani sefaletin paylaşıldığı bir ülke haline geldiğimiz belgelenmiş.
Bu ağır tablonun yaşandığı ülkemizde, gıda enflasyonunu durdurmadan ücret artışı yapmamak milyonlarca insanı açlıkla terbiye etmeye çalışmaktır.