Fiziksel Şiddet Sonrasında Tarafların Bir Arada Yaşamaya Devam Etmeleri, Bu Vakıanın Affedildiğini Gösterir

T.C.
YARGITAY
İkinci Hukuk Dairesi

Esas No : 2018/7488
Karar No : 2018/14910
Tarih : 19.12.2018

İÇTİHAT METNİ

DAVA :

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından, kadının kabul edilen boşanma ve ziynet alacağı davalarının tamamı yönünden; davacı kadın tarafından ise, yoksulluk ve iştirak nafakalarının miktarı yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1- )Davalı erkeğin boşanma davası ve ferilerine yönelik temyiz itirazları yönünden;

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinde “evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerin her birinin boşanma davası açabileceği” hükme bağlanmıştır. Bu hükmü, tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamak ve değerlendirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Öyle ise Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır ( TMK m. 166/2 ).

Davalı erkeğe kusur olarak yüklenen “fiziksel şiddet” vakıasına yönelik tanık beyanlarına göre 2010 yılında gerçekleşen erkeğin fiziksel şiddeti sonrasında tarafların bir arada yaşamaya devam ettikleri, bu nedenle bu vakıanın kadın tarafından affedildiğinin, en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulünün gerekeceği, taraflar arasındaki fiili ayrılığın başlamasına sebep olan son olaydaki fiziksel şiddet iddiasına yönelik ise tanık beyanlarının duyuma dayalı olup ispatlanamadığı anlaşılmaktadır. Yine mahkemece erkeğe kusur olarak yüklenen “küfür ve hakaret” vakıası yönünden ise dinlenen tanıklardan Kelime’nin beyanının soyut olduğu ve bu vakıanın da ispatlanamadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu vakıalar erkeğe kusur olarak yüklenemez. Buna karşılık mahkemece dinlenen davalı erkeğin tanık beyanlarından da anlaşıldığı üzere davacı kadının “erkeği beğenmediği ve kendisine layık görmediği” anlaşılmaktadır. Bu hale göre boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davacı kadının tam kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Gerçekleşen bu durum karşısında kadının boşanma davasının reddi gerekirken, kabulü doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

2- )Davalı erkeğin ziynet alacağı davasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Davacı kadın, dava dilekçesinde ziynet eşyalarının aynen iadesini, olmadığı takdirde bedelini talep etmiştir. Mahkemece tefhim edilen kısa kararda ve buna uygun düzenlenen gerekçeli kararın hüküm fıkrasında “6 adet 40 gr’lık burma bilezikten ibaret altın ziynet eşyasının davacı kadına aynen iadesine bu mümkün olmadığı taktirde 19.200,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı erkekten alınarak davacı kadına verilmesme” şeklinde hüküm kurulmuş, ancak iadesine hükmedilen 6 adet tanesi 40’ar gram olan burma bileziklerin “ayarının” hükümde yazılmadığı görülmüştür.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin ( 2 ). fıkrasında; hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında: açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği, aynı Yasanın 298. maddesinin ( 2. ) fıkrasında da, gerekçeli kararın, tefhim edilen hükme aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye göre; dava dilekçesi, bilirkişi raporu gibi herhangi bir belgeye atıf yapılarak hüküm kurulamaz. Gerek tefhim edilen ve zabıtla belirlenen kararda, gerekse buna uygun düzenlenmesi zorunlu gerekçeli kararda hüküm altına alman eşyanın cins, nitelik, ayar, miktar ve değerlerinin ayrı ayrı gösterilmesi ve taraflara yüklenen borç ile tanınan hakkın infazda güçlük çıkarmayacak biçimde belirtilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ :

Temyiz edilen hükmün yukarıda ( 1. ) ve ( 2. ) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, ( 1. ) bentteki bozma sebebine göre davacı kadının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ( 2. ) bentteki bozma sebebine göre ise davalı erkeğin ziynet alacağı davasına yönelik sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıranlara geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.12.2018

Bu Yazıyı Paylaşın