Bu makale Türkiye’nin tarihi seçimiyle ilgili yayınlayacağım birkaç analizden ilki. Türkiye’nin yakın geleceğinin haritasını çıkarmak için önümüzdeki günlerde çözmemiz gereken üç büyük belirsizlik var. İlkin, sosyal medya tartışmalarına ve Erdoğan’ın artık gelenekselleşen balkon konuşmasına bakılırsa, kısa bir süre için radikal ekonomik önlemler açıklanacak. Bunların ne olduğunu görmek için vakte ihtiyaç var. İkincisi, resmi olmayan sonuçların açıklanmasının ardından 1.5 saat toplanan Millet İttifakı, açıklama yapmadan dağıldı. Acaba, birliğini sürdürecek mi? Son olarak da, her zaman olduğu gibi sandıkta çok sayıda usulsüzlük iddiası var. Muhalefet seçmeninin algısı sahtekarlık kızgınlığıyla çerçevelenecek mi, görmemiz lazım.
Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun aldığı ikinci tur oyları birinci turdan pek farklı değildi. İki lider sırasıyla kullanılan oyların %52’si ve %48’ini aldı. İki tur arasındaki ittifakların telaşlı şekilde yeniden karılmasının sonucu etkilemediği açık. Kılıçdaroğlu’nun kazanması için seçime katılım oranının 4-5 puan yükselmesi ve CHP (listesindeki küçük partiler de dahil) ve İYİP seçmeninin kararlı şekilde onu desteklemesi gerekirdi. Bunlar da gerçekleşmedi. The Guardian’ın kesin olmayan analizine göre, bir kısım CHP ve İYİP seçmeni yine Kılıçdaroğlu’nu boykot etti ve Ümit Özdağ’a kızan bir takım HDP seçmeni Kılıçdaroğlu’na oy vermedi.
Sandık oyunlarıyla ilgili haberler oylama açılır açılmaz başladı ve hala akmaya devam ediyor. “Bizim mahalle”, Erdoğan’ın Suriyeli mülteciler ve yurt dışında yaşayan Türkler aracılığıyla kazandığı mantrasını şimdiden benimsedi. Bu temaya göre bu 2 seçmen grubunun da Türkiye’nin akıllıca yönetilmesiyle pek ilgisi yok. Bir başka deyişle bizim medya Erdoğan’ın seçim zaferini bir iki marjinal grubun rastgele tercihlerine bağlayarak meşruiyet tartışması açıyor. İşte buna Türk sosyologlar “rıza üretmeyen iktidar” derler. Türkiye artık ideoloji, hüsran ve öfke duvarlarıyla bölünmüş bir millet. Muhalefet seçmeni bundan sonra Türkiye’de hiçbir seçimin adil ve adil olamayacağına inanırsa, Erdoğan’ın yönetimine herhangi bir şekilde katkı göstermesi neredeyse imkansız olacak. Bu tür toplumlar genellikle sosyal huzursuzluk ve azınlığın siyasi-ekonomik haklarından mahrumiyetine doğru geriler.
Erdoğan balkon konuşmasına barış ve uzlaşma mesajlarıyla başladı, ama kısa sürede artık hepimizin aşina olduğu terimlerle muhalefeti azarlamaya döndü: Teröristlerin, Gülencilerin ve yabancı güçlerin maşalarıydı muhalefet. Ayrıca cesur yeni bir ekonomik açılım müjdesini verdi.
Reis’in ileriye dönük olarak, Türkiye’yi yönetmek için iki seçeneği var. Barışçıl seçenek, yönetimde muhalefete bir miktar söz hakkı tanımayı içerirken, diğeri tamamen tasfiyeyi gerektiriyor. Önümüzdeki günlerde daha fazla kanıt görmemiz gerekse de, Erdoğan’ın Mart 2024 seçimlerinde büyük belediyeleri geri almak amacıyla ikinci seçeneği seçeceğine inanırım. Ayrıca, bir hanedanlık kurmak istediği ve daha fazla güç arzusunun kontrolden çıktığı çok açık. Bu konuda ilk girişim herhalde İmamoğlu’nu ekarte etmek olur.
Muhalefeti tamamen tasfiye yolu, Türkiye için sosyo-ekonomik alanda hızlı bir çürüme vaat ediyor. Kısa vadede en belirgin etkileri süreklileşen cadı avları ve büyük beyin göçü ve sermaye kaçışı şeklinde kendini gösterebilir.
Yeni ekonomik girişiminin ne anlama geleceği hakkında hiçbir fikrim yok, ancak balkon konuşmasında faiz oranlarını düşük tutma mantrası vurgulandığı için, içinde ortodoks reçeteler yer alacağını hayal etmekte zorlanıyorum.
Gün boyunca Batı medyası Erdoğan’ın faiz artırımına razı olacağına dair bir takım haberler yayınladı. Eğer Erdoğan inat ederse, dolar/TL 26-30 bandına sıçrayabilir. Böylesine bir devalüasyon da enflasyonu bir kez daha körüklediği gibi, dolarizasyonu azdırarak finansal çalkantı yaratır.
Erdoğan’ın Türkiye’nin dört başı mamur bir mali krize ne kadar yaklaştığının farkında olduğunu sanmıyorum. Felaket iyice yaklaştığında, tepkisi yüzünü kızartarak IMF’den yardım istemek olabilir, ancak daha büyük olasılıkla bizim gibilerin varlığına el koyma, ayrımcı ve cezalandırıcı vergilendirme (içki, tütün, neşriyat, sanat ve kültür) ve politikalarına yönelik tüm muhalefeti sindirme şeklinde olacak. Ayrıca, kaçınılmazı geciktirmek için Rusya, Azerbaycan ve Körfez Monarşileri ile şeffaf olmayan anlaşmalar artacak. TCMB rezervleri benim şekerim gibi bir çıkacak, bir düşecek. Artık Putin’in emir eri, bölgede tüm kara para aklama girişimlerinin de merkezi olacağız. Güzel, en azından döviz kıtlığı bu yoldan çözümlenebilir. THY, Türk Telekom ve Turkcell gibi altın değerinde milli varlıkların da Araplara peş-keşi olasılık. Erdoğan eğer dostlarından kayme tokatlarsa, Kanal İstanbul’u bile başlatabilir.
Muhalefeti çok zor günler bekliyor. Tüm örgütlü Kürt muhalefetini sona erdirme çabalarının, Yeşil Sol Parti’nin teşkilatının hapse atılması, milletvekillerine karşı adli kovuşturma ve dokunulmazlıkların kaldırılması yoluyla hızla ilerleyeceğinden şüphem yok.
CHP ve İYİP artık liderlerine tahammül edebilir mi bilmiyorum. Millet İttifakı’nın varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği de açık değil. Belki de Milleti İttifakında çözülmeyi hızlandırmak için Kılıçdaroğlu ve Akşener’i siyasetten bertaraf edecek bir takım kumpaslar başlayacak. Erdoğan ve Bahçeli’nin yakında milletvekili çalmak için İYİP, SP, Deva ve Gelecek’e pençelerini saplayacaklarını tahmin ediyorum.
Bu noktada Türkiye’nin geleceği konusunda iyimser olmak zor. En kötüsüne hazırlanmalıyız. Bu “en kötü” resmi sermaye kontrolleri ve/ya bankacılık sisteminden ciddi mevduat kaçışını içerebilir.
Eminim bir miktar hile ve desise yapılmıştır. Ama, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki 2 küsur milyon oy farkını hileye yorup geçiştirmek rasyonal değil. Anadolu’da sadece devlet yardımıyla hayata tutunan, kentlerde ise gittikçe yoksullaşan bir seçmen kitlesi artık Erdoğan’ın “müşterisi” oldu. Yaşama tutundukları o incecik dalın kırılmasından o kadar korkuyorlar ki, çok derin bir kriz vurup da Reis’in onları besleyecek cukkası tükeninceye kadar sadık kalacaklar.
Tüm AKP’den maaş almayan ekonomistler uyardık, Erdoğan’la beraber yürümenin sonu cüzdanın cepten çalınıp yol kenarına atılmaktır diye. Galiba bazı şeyler sadece başa gelince anlaşılıyor.