Dünya’daki tüm tatlı su buzlarının %99’u Grönland ve Anktartika’da bulunuyor ve normalde tamamının erimesi için yüz binlerce yıl geçmesi gerekirken; her yıl bu buzların biraz daha fazlası eriyerek okyanusa karışıyor.
Şimdi gelin, bir felâket senaryosu hayal edelim ve bir gece aniden küresel çaptaki tüm buzların erimesine neden olan bir şeyin meydana geldiğini varsayalım. Peki ne olurdu?
Böylesi bir felâket durumda, biz uykumuzun en tatlı anındayken deniz seviyeleri bir anda 66 metre kadar yükselir; New York, Şangay, Londra ve İstanbul gibi denize kıyısı olan tüm şehirlerde devasa bir sel felâketi oluşur, Dünya nüfusunun neredeyse %40’ı evsiz kalırdı.
Bütün bu kaos, yeryüzünde gerçekleşirken; yer altında da benzer bir felâket ortaya çıkardı. Taşan bütün su, karadaki yer altı tatlı su rezervlerine sızacak ve bütün tatlı su rezervlerine tuz karışacak. Bu da içme suyu kaynaklarımızın, arıtma sistemlerimizin ve soğutma sistemlerimizin işe yaramaz hale gelmesi demek. Bütün bu sistemlerin yıkılması, türümüzü bir toplu yok oluş vakasına sürükleyecek devasa bir yıkımın da öncüsü olacak.
Grönland ve Anktartika’daki buzullar, tatlı sudan oluşmuştur, bu yüzden de erimesi; Dünya’nın tatlı su kaynağının yaklaşık %69’unun doğrudan okyanusa gitmesi demektir. Bu da, okyanus akıntılarında ve hava düzenlerinde bir hasara yol açacaktır.
Örneğin, Körfez Akıntısı‘nı (İng: Gulf Stream) düşünelim. Bu akıntı, Meksika Körfezi’nden başlayıp Birleşik Krallık’ın kuzeyine kadar devam eden ve Kuzey Avrupa’ya sıcak hava getiren, dolayısıyla da iklimini yaşama elverişli hale getiren; Kuzey Kutbu’nun yoğun, tuzlu sularına dayanan güçlü bir okyanus akıntısıdır. Ancak bir tatlı su seli, akıntının zayıflamasına hatta tamamen durmasına sebep olabilir. Bu durum da; sıcak havanın ortadan kalkmasına, Kuzey Avrupa’daki sıcaklıkların düşmesine ve mini bir buz çağının yaşanmasına neden olabilir.
En Kötü Senaryo Daha Başlamadı
Ancak bu durum en kötü senaryo değildir. “Daha kötüsü ne olabilir ki?” diye düşünebilirsiniz. Başta söz ettiğimiz; Grönland ve Anktartika’da %99’u bulunan tatlı su buzullarının geri kalan %1’ini şu ana kadar hiç hesaba katmadık. Bu %1’in bir kısmı ise iç kesimlerde bulunuyor.
Himalaya buzulları, içinde sıkışanlardan dolayı özellikle en büyük tehditlerden birini oluşturur: Diklorodifeniltrikloroetan veya DDT gibi toksik kimyasallar. Bilim insanları, bu tip buzulların, bu kimyasalları uzun yıllar boyunca içinde depolayabileceğini ileri sürüyor. Dolayısıyla bu buzulların erimesi, söz konusu bu zehirli kimyasalların akarsulara, yer altı su rezervlerine karışmasına ve gittikleri her yeri zehirlemesine neden olabilir.
%1’in geri kalan diğer kısmı ise; çoğunlukla Kutup tundrasında, yer altında, iki yılı aşkın bir süredir donmuş halde bulunan organik madde olan permafrost olarak bulunur. Permafrostun ani çözülmesiyle ortaya çıkan problemlerden birisi, civa zehirlenmesidir. Evet, yalnızca Kutup permafrostunda depolanmış yaklaşık 69 milyon litre civa bulunmaktadır. Bu da, yaklaşık olarak Dünya üzerindeki civa miktarına eşittir.
Öte yandan, permafrosttaki organik madde, mikroorganizmalar için lezzetli bir öğündür. Organik maddenin mikroorganizmalar tarafından sindirilmesinin ardından ortaya en bilinen iki sera gazı çıkar: Karbondioksit ve Metan. Bilim insanları, bu salınımın atmosferdeki mevcut sera gazı seviyesini ikiye katlayacağını tahmin ediyor ve bu durum da günümüz küresel sıcaklıklarının 3,5 santigrat dereceye kadar artmasına neden olacaktır.
Küresel İklim Değişikliği
Yukarıda bahsettiğimiz Avrupa’daki muhtemel mini buzul çağını göz önüne aldığımızda; bu sıcaklık değişimi kulağa hoş geliyor olabilir ancak, veda edilen şey, yalnızca Avrupa’daki mini buzul çağı değil; dünyadaki tüm akarsu ve göller de olacaktır. Küresel sıcaklığın artmasıyla; buharlaşma yüksek seviyelere ulaşacak ve bu da büyük kuraklıklara ve çöl benzeri iklimlere sebep olacak. Atmosferde biriken aşırı su buharı nedeniyle; daha güçlü ve daha sık fırtınalar, seller ve kasırgalar meydana gelecektir.
Böylece, Avrupa, yaşamak isteyeceğimiz en son yerlerden biri olacaktır. Bunun yerine, Kanada, Alaska, Kuzey Kutbu ve hatta Anktartika’dan kalan boşluklara toplu göçler olacaktır.
Evet, her ne kadar korkutucu bir senaryo olsa da, bir dahaki sefere rekor kıran sıcaklıklar ya da ultra güçlü kasırgaları duyduğunuzda, en azından daha kötü olabileceğini biliyorsunuz. Ancak harekete geçmezsek ve küresel sıcaklıklar sadece 1 santigrat derece artarsa, bilim insanları bugün gördüğümüz iklim değişikliğinin etkilerinin geri döndürülemez olacağını tahmin ediyorlar.
Yani daha kötüsü hiç de uzak sayılmaz ve eğer iklim değişikliğine neden olan insan kaynaklı faktörleri ortadan kaldırmazsak; bu senaryo kaçınılmaz olacak.