Borç Ölüm Demektir, Nesini Anlamadınız?

İnsan hafızasının en büyük zafiyetlerinden  biri, geleceği öngörürken geçmişe çok fazla ağırlık vermek. Bir ara ekonomide rasyonel beklentiler diye dandik bir ekol çıkıp bizi 10 yıl meşgul etti, insanların süper-rasyonel olduğunu ve “doğru ekonomik modeli” anında davranışlarına yansıttıklarını varsayarak modelleme yaptık. Bu varsayımın ne kadar yanlış olduğunu artık biliyoruz ve davranışlarda yakın geçmişin ağır yüküne daha fazla dikkat ediyoruz.

Ama geleceği geçmişin devamı olarak tasavvur etmek de çok can yakıcı sonuçlar verir. Büyük Finansal Kriz sonrası büyüme ve enflasyonu bu denli yavaş normale dönmesinin başlıca nedeni ekonomik aktörlerin yaşadığı iflas korkusudur.

Bugün finans camiası ve iş dünyası geleceği tahmin ederken başka bir hata yapıyor ve çabuk uyanmayanlar zarar görecek. İlk canı yanacak olanlar hala Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ) piyasaları gibi riskli varlıklarda aşırı pozisyon alanlar. Bunlar Büyük Finansal Kriz sonrasının tecrübesine öylesine efsunlanmışlar ki dünya ekonomisinin ısınacağı, merkez bankaların artık onları desteklemeyeceği ve G-7 faizlerinin yükseleceğine alsa inanmıyor. 2018 başından bu yana riskli varlık piyasalarında yaşanan panik atakları, ya da gel-gitler bu inatçı grupla geleceğe daha esnek bakan ve enflasyonun yükselerek bono-tahvil portföylerini perişan edeceğini sezenler arasında yaşanıyor.

İkinci grup “potansiyel mağdur” ise Türkiye, Brezilya ve Çin gibi GOÜ’de aşırı borç biriktiren ekonomik aktörler. Bunlar da yükselen faiz ortamında borcun geri ödenmesinin gün geçtikçe Cehennem azabına dönüşeceğini kabullenmek istemiyor.

Yalnız Ankara değil, bizim tüketici de, iş dünyası da 2009’da Bernanke’nin QE’ye geçmesi ile başlayan para bolluğunun hep süreceğini sanıyor, bütün politikalar, harcama davranışları ve iş modelleri bu varsayım üzerine kuruluyor.

Dünyanın hızla değiştiğini öne süren Bendeniz Bay Zihni Sinir değil. Yılbaşından bu yana yayınlanan bütün ulus-üstü kurum ve kredi derecelendirme firması global raporlarına bakın, dünyanın en az 2 yılı daha hızlı bir büyüme evresinde geçireceği, enflasyonun yavaş da olsa yükseleceği ve merkez bankalarının artık para basma konusunda cömert davranmayacağı hususunda fikir birliği var.

Bu kadar uzman yanılabilir mi? Yanılabilir tabii ki, ama tersini düşünenler alternatifini de ortaya koymalı. Ne olacak yani? Ticaret savaşları ile resesyona düşen bir dünya, borç krizleri ya da mucizevi bir şekilde hem hızlı büyüyecek hem de hiç enflasyon üretmeyecek bir gelecek mi tasavvur ediyoruz? Bunlardan ilk ikisi Türkiye için “iyimser” olamaz zaten.

Dünyanın resesyona girmesi ya da yeni bir borç krizi bizim gibi sıcak paranın ruh hali ve banka fonlamasına bağımlı bir ekonomiyi süpürür götürür. Dünyanın ebediyen enflasyon üretmeden hızlı büyüyeceği masalı ise çok basit bir nedenden dolayı yanlıştır, akla ve izana terstir. Ekonominin ilk dersinin ilk beş dakikasında öğretirler: İnsan ihtiyaçları/arzuları sınırsız, ama fani dünyanın kaynakları sınırlı. Eğer sürekli hızlı büyürsen, bir yerde atıl kapasite tükenir ve fiyatlar yükselmeye başlar. Faiz de paranın fiyatıdır. Merkez bankaları eskisi kadar para basmıyor, ama şirketler yatırım, tüketici de harcamak için kredi kuyruğuna girmişse, faizler yükselmeye mahkumdur. Müşterinin milyarlarca dolar emanet ettiği, dahi sayılan fon yöneticilerin bu kadar basit bir gerçeği sezememesi beni insan tabiatı hakkında derin bir hayal kırıklığına uğratıyor.

Türkiye’de artık faizleri düşürmenin hiç bir imkanı yok. Pardon, var, enflasyonu % 5’e çekerseniz, halk yeniden TL’ye ısınır. OHAL’ı kaldırıp doğru-dürüst yapısal reformlar icra ederseniz, ülkeye tonla teknoloji ve yabancı sermaye akar, o zaman REEL faiz düşer.

Ama bunlar yapılmayacaksa, faizler en az 3 yıl daha yükselmeye mahkum. Ondan sonra da düşmez, NORMALE döner. Türkiye milli ve yerli değil Vatandaş! 481 milyar dolar  uluslararası yatırım açığı olan bir ülke milli ve yerli olamaz. Senede vadesi gelen borç ve cari açık finansmanı olarak 220-230 milyar dolar para için banka ve fon yöneticilerine yalvarmak zorunda olan bir ülke milli ve yerli olamaz.

Fed ve (2019 yılından itibaren) AMB faiz artırmayı sürdürdükçe, halen %20’ye dayanan kredi faizleri daha da yükselecek. Sıcak para yüksek faiz bulup evine dönünce, TCMB ya bizim faizi yükseltecek ya da hızla döviz kaçacağı için çok acıklı bir devalüasyon yaşayacağız. Bankaları döverek faiz marjını daraltmak da işe yaramaz, çünkü o zaman karlılıkları azalır ve dışarıdan kredi bulamazlar. Halen her 1 TL mevduat için 1,44 kuruş kredi verilmiş. Aradaki farkı yabancı bankalardan borçlanıyoruz, onları memnun edecek bir bilançoyla sendikasyona çıkmazsanız size borç vermezler.

  • Düşük TCMB faizi,
  • Bankaları kredi vermeye,
  • Bütçe açığı yoluyla büyümeyi pompalamaya,
  • Şirketleri de kredi kullanarak iş yapmaya teşvik eden eko-politik model artık iflas etti.

Yer kalmadı, yen kalmadı, kardeşim. Deniz bitti. Hükümet beni dinlemez, onlar seçim kazanmak için 2019 Kasımına kadar % 7,5 büyüme sağlamak peşinde ki sağlam bir  yol kazası geçirelim.

Ama, siz şirket sahipleri ve yöneticiler iyi dinleyin. Elden geldiğince kaldıracı azaltıp karlılığa ve serbest nakit akımını artırmaya yönelin. Gerekirse yatırımları durdurup derhal borç/özkaynak oranını düşürün.  Bilançoda düşük kar getiren aktifleri satışa çıkartın, dışarıdan sermaye bulmanın yollarını arayın. Verimliliği artırın, katma değeri daha yüksek mal ve hizmet üretmenin yollarını araştırın. Evrim teorisinin gazabına uğramak üzereyiz Yoldaşlar. Yalnız güçlü olan sağ kalacak.

Kaynak: paraanaliz.com-Atilla Yeşilada

Bu Yazıyı Paylaşın