DİYARBAKIR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
SEKİZİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas | : 2019/48 |
Karar | : 2019/53 |
Tarih | : 11.12.2019 |
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ELAZIĞ İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 30/09/2019
NUMARASI : 2019/46 E., 2019/804 K.
DAVANIN KONUSU : Alacak (İşçi İle İşveren İlişkisinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 11/12/2019
Elazığ İş Mahkemesi tarafından verilen 30.09.2019 tarih, 2019/46 Esas ve 2019/804 Karar sayılı hükmün, istinaf başvurusu yoluyla incelenmesinin davacı vekili ve davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine dosya incelendi, dosyadaki belgeler ile tanzim edilen inceleme raporu okunduktan sonra, işin gereği konuşulup düşünüldü.
I.TALEP:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı işveren yanında şoför olarak 25.04.2014 tarihinde çalışmaya başladığını, 25.08.2014 tarihinde tutuklanması sebebiyle iş akdine son verildiğini, müvekkilinin 28.11.2014 tarihinde yeniden davalı işveren yanında çalışmaya başladığını, bu çalışmanın aralıksız olarak 22.10.2018 tarihine kadar devam ettiğini, müvekkilinin fazla mesai, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil (UBGT) ücretlerinin ödenmemesi ve SGK primlerinin düşük ücret üzerinden gösterilmesi sebebiyle 22.10.2018 tarihinde iş akdini haklı olarak feshettiğini, müvekkilinin son aylık ücretinin net 1.900,00-TL olduğunu, maaşının kayıtlarda görünen kısmının banka kanalıyla, geriye kalan kısmının ise elden ödendiğini, müvekkilinin davalı iş yerinde çalıştığı süreçte sabah 05:00, akşam 19:30 saatleri arasında çalıştırıldığını, ancak çalıştığı süreçte müvekkiline fazla çalışma ücretinin ödenmediğini, sadece 15 günde bir hafta tatili iznini kullanabildiğini, hafta tatilinde çalışma karşılığının kendisine ödenmediğini, müvekkilinin dini bayramlarda 1 gün çalıştığını, resmi bayramlarda ve genel tatil günlerinin hepsinde çalıştığını, buna ilişkin ücretlerin ödenmediğini, kıdem tazminatının da ödenmediğini, bu sebeplerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalması koşuluyla, 1.000,00-TL kıdem tazminatı, 6.000,00-TL fazla mesai alacağı, 1.000,00-TL UBGT alacağı, 3.000,00-TL hafta sonu çalışma alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili 17.07.2019 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 46.018,00-TL olarak ıslah etmiştir.
II.CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının kayıtlarda belirtilen süreler haricinde çalışmasının bulunmadığını, davacının müvekkili şirkette işçi olarak çalışmakta iken yeni bir iş bulduğunu belirterek işten ayrıldığını, bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, davacının servis şoförü olarak çalıştığını, günlük çıkan yemeklerin (sabah kahvaltısı, öğlen yemeği) hazırlığının sabah 10:00-10:30’a kadar yapıldığını, saat 10:30 gibi servise çıkıldığını, saat 14:30-15:30 gibi boşları toplamak için çıkıldığını ve 16:00 gibi de paydos edildiğini, yine müvekkili şirketin resmi kurum, okul ve fabrikalara yemek hizmeti verdiğini, okulların ve fabrikaların kapalı olduğu resmi tatil ve mesai saatleri dışında çalışmasının mümkün olmadığını, buna rağmen fazla mesai yapmış olduğu aylar ile hafta sonu ve resmi tatillerde çalışmaları var ise bordrolarda gösterildiğini, bunun dışında herhangi bir fazla çalışmasının olmadığını, yine davacının hem hafta sonu çalışma, hem de fazla mesai alacağını birlikte istemesinin de mümkün olmadığını, bununla birlikte dava dilekçesinde 7/24 çalıştığı gibi bir durum ortaya çıktığını, oysa ki bunu hiçbir insanın kaldıramayacağı gibi, hayatın olağan akışına da aykırı olduğunu, ayrıca davacının tüm yıllık izinlerini kullandığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
III.İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:
“…Davacının davalıya ait iş yerinde kurum kayıtlarına göre 25/04/2014-22/10/2018 tarihleri arasında olmak üzere toplam 4 yıl, 2 ay, 14 gün çalıştığı, davacının işten ayrılış nedeninin kuruma 03 kod ile (Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işçi tarafından feshi) işten ayrılış bildirgesi verildiği, dinlenen davacı tanıkları ve davacı/davalı tanık anlatımlarında davacının hak etmiş olduğu bir kısım işçilik alacaklarının ödenmemesinden dolayı istifa ederek iş akdini feshettiği, davalı işverenlikçe davacının talep etmiş olduğu alacak kalemlerinin banka aracılığı ile ödendiği ileri sürülmekle yetinildiği, işveren tarafından bu çalışmalarına ilişkin ücret alacaklarının ödendiği geçerli delillerle ispat edilemediği, davacının ücretinin ödenmesi sırasında asgari kısmının bankaya yatırılıp, bakiyesinin elden ödendiği, bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere fazla mesai yaptığı, hafta tatillerinde çalıştığı, ulusal bayram-genel tatil günlerinde çalıştığı dinlenilen tanık beyanları ile doğrulandığı, iş bulmanın zorlukları ve kıdemi itibariyle davacının iş akdini kıdem tazminatı hak etmeyecek şekilde feshetmesine nedene olabilecek davranışta bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı olacağı, 4857 sayılı İş Kanununun 24/II-e maddesi uyarınca hak etmiş olduğu ücretini tamamen ya da kısmen alamayan işçinin iş akdini feshetmekte haklı olduğu, tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde iş akdinin feshinde davacının haklı olduğu ve kıdem tazminatı hakkının olduğu, buna göre davacının 11.090,00-TL net kıdem tazminatı alacağının bulunduğu, dinlenen tanık beyanları ve dosya kapsamına göre davacının mesaisinin haftanın 7 günü (ayda 2 hafta sonu) 05:30’da başladığı, ve tüm personeli dağıtmasının saat 18:30’u bulduğu tanık anlatımları ile sabit olduğundan, hafta içi mesainin 05.30-18.30 saatleri arası olduğu, günlük çalışmanın 13 saat, 1,5 saat ara dinlenme süresi düşüldüğünde 13-1,5=11,5 saat, hafta sonu mesainin yine 05.30-18.30 saatleri arası için günlük çalışmanın 13 saat, 1,5 saat ara dinlenme süresi düşüldüğünde 13-1,5=11,5 saat, bundan da günlük 7.5 saat düşüldüğünde 11,5-7,5=4 saat, ayda 2 hafta tatilinde çalışıp 2 hafta tatilinde dinlendiği, buna göre de, 4×2:4=2 saat, buna göre haftalık fazla çalışma süresi 11,5×6+2=71 saat, bu sürenin haftalık yasal çalışma süresi olan 45 saatten düşülmesi halinde de 71-45=26 saat haftalık fazla çalışma yaptığı, davacının ıslah dilekçesine davalı tarafça zamanaşımı defi ileri sürülmüş olup ıslah tarihi olan 17.07.2014 tarihinden geriye doğru 5 yıl gidilmek suretiyle 17.07.2014 tarihinden önceki döneme ilişkin fazla mesai, UBGT ve hafta tatili alacaklarının zamanaşımına uğradığı, %30 hakkaniyet indirimi ile hesaplanan net fazla mesai ücreti alacağının 37.858,01-TL olduğu, yine tanık beyanlarına göre dini bayramlar dışındaki UBGT günlerinde çalışıldığı, hakkaniyet indirimi ile hesaplanan UBGT ücreti alacağının net 1.095,92-TL olduğu, fazla mesai yönünden yapılan değerlendirmeyle davacının çalıştığı süre içerisinde ayda 2 hafta tatili çalıştığı, buna göre zamanaşımı defi ve hakkaniyet indirimi ile hesaplanan davacının hafta tatili ücreti alacağının net 5.410,09-TL anlaşılmış olup düzenlenen bilirkişi raporunun yasaya ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına uygun olduğu ve mahkememiz kanaati ile kısmen örtüştüğü” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 11.090,0-TL net kıdem tazminatının akdin fesih tarihi olan 22/10/2018 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 37.858,01-TL net fazla mesai alacağının 6.000,00 TL sine dava tarihinden, bakiye 31.858,01-TL sine ıslah tarihi olan 17/07/2019 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 1.095,92-TL net UBGT alacağının 1.000,00 TL sine dava tarihinden, bakiye 95,92-TL sine ıslah tarihi olan 17/07/2019 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 5.410,09-TL net hafta tatili alacağının 3.000,00-TL sine dava tarihinden, bakiye 2.410,09-TL sine ıslah tarihi olan 17/07/2019 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
IV.İSTİNAF NEDENLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde; müvekkilinin zamanaşımına uğrayan işçilik alacağı olmamasına rağmen fazla çalışma alacağı, UBGT alacağı ve hafta tatili alacaklarının zamanaşımına uğradığından bahisle hüküm kurulmasının hatalı olduğunu, ayrıca hükme esas alınan bilirkişi raporunda fazla çalışma alacağının eksik hesaplandığını, müvekkilinin haftada 26 saat değil 36 saat fazla çalıştığını, dosyaya sunulan personel imza föyünde müvekkilinin işyerinde akşam en erken 18:30’da imza attığının görüldüğünü, müvekkilinin 18:30’dan itibaren servisle işçileri evlerine taşıdığını, günde 14.5 saat çalıştığını, 1.5 saat ara dinlenmesinin düşülmesi ile müvekkilinin günde 13 saat çalıştığını, yine tanık ….. …..’in beyanında müvekkilinin personel servisi sürdüğünü ve kendisini saat 05:30’da aldığını beyan ettiğini, müvekkil ile tanığın ikameti arasındaki mesafede değerlendirildiğinde müvekkilinin 05:00’da mesaiye başladığının anlaşılacağını, davalı tanığı ….. …..’ın da bunu doğruladığını, müvekkilinin 05:00 ile 19:30 saatleri arasında çalıştığının ispatlanmasına rağmen bilirkişi tarafından çalışma saatlerinin 05:30 ile 18:30 olarak değerlendirilmesinin hatalı olduğunu, son olarak fazla çalışma, UBGT ve hafta tatili alacaklarının arabulucuya başvuru tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek banka mevduatı faizi ile tahsilinin talep edildiğini, ancak mahkemece dava ve ıslah tarihinden faiz yürütüldüğünü, oysa ki davacının arabulucuya başvurulması ile temerrüte düştüğünü, bu nedenle faiz başlangıcının arabulucuya başvuru tarihi olması gerektiğini belirterek hükmün kaldırılarak talepleri doğrultusunda karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde; davacının belirsiz alacak davası olarak açıldığını ancak alacağın belirlenebilir olduğunu bu nedenle davanın usul yönünden reddinin gerektiğini, diğer taraftan davacının başka bir işyerinde iş bulması üzerine işten ayrıldığını, bu durumun tanıklar Gülsen, Oktay ve Hayrettin’in ifadeleriyle sabit olduğunu, davacı tanıklarının da dolaylı olarak bu durumu teyit ettiklerini, bu nedenle davacının kıdem tazminatı talebinin reddinin gerekeceğini, ayrıca davacının ilk çalışma döneminin tutuklanması sebebiyle sona erdiğini, buna göre her bir fesih şeklinin kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde gerçekleştirilmesinin hizmet birleştirilmesi için gerekli bir koşul olduğunu, hükme esas bilirkişi raporunda bu durum irdelenmeden hesap yapıldığını, bununla birlikte davacının Elazığ İş Mahkemesi’nin 2015/168 Esas sayılı dosyasının 14.04.2015 tarihli duruşma zaptında maaşın tamamının banka yoluyla alındığını ve haftanın 6 günü çalıştıklarını, resmi bayramlarda çalışılmadığını, dini bayramlarda ücretlerini aldığını beyan ettiğini, bu beyanların davacıyı bağlayacağını, yine sırf tanık beyanlarına göre fazla çalışma ücreti hesaplandığını, malum olduğu üzere imzasız ve ihtirazı kayıtsız bordrolarda dahi ödemelerin banka üzerinden gerçekleştiğini, her ay farklılık gösteren ödemeler söz konusu ise işçinin fazla çalışmalarını yazılı delil ile ispat etmek zorunda olduğunu, bu nedenle imzasız ya da olmayan bordrolar için hesaplama yapılmasının hukuka aykırı bulunduğunu, dosyaya sunulan bordro ve banka kayıtlarının resmi belge mahiyetinde olduğunu bu nedenle fazla mesai, hafta sonu çalışma, ubgt gibi hususların ancak eşdeğer belgelerle ispat edilebileceğini, tanık beyanlarıyla ispatının mümkün olmadığını, bu yönden de mahkeme hükmünün hatalı olduğunu, kaldı ki müvekkili şirketin resmi kurum, okul ve fabrikalara yemek hizmeti verdiğini, bu nedenle okulların ve fabrikaların kapalı olduğu hafta sonu ve resmi tatillerde çalışmalar var ise bordroda gösterildiğini, bunun dışında davacının fazla çalışmasının bulunmadığını, davacının yemek dağıtımı yaptığı yerlerin resmi kurumlar olduğundan hafta sonunda, resmi tatiller ve dini bayramlarda çalışma olmadığını, bu yönden de mahkeme kararının çelişkili olduğunu, nihayet hakkaniyet indirimi %40 olması gerekirken %30 olarak karara esas alındığını, kararın bu yönden de hatalı olduğunu, açıklanan nedenlerle kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
V.GEREKÇE:
Dava, işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan işçilik alacağı talebine ilişkindir.
Mahkemece talebin kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Dairemizce istinaf incelemesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355’inci ve 357’nci maddeleri gereğince istinaf sebepleri ile bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususları da gözetilerek yapılmıştır.
1-Davalı vekilinin davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı bu nedenle davanın usulden reddedilmesi gerektiğine yönelik istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde,
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir.
Diğer taraftan 6100 sayılı HMK’nın 109. maddesinde ise kısmi dava düzenlenmiştir. Kısmi dava halinde talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebilmesi mümkündür.
Eldeki davada dava dilekçesinin incelenmesinde davanın HMK’nın 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olarak açıldığına dair hiçbir ibarenin bulunmadığı, kaldı ki davalı vekilince dava dilekçesinde davanın kısmi dava olarak açıldığının açıkça belirttiği dikkate alındığında, davanın kısmi dava olarak kabulünün gerekeceği açıktır.
2.Davalı vekilinin davacının bir başka davada tanık sıfatıyla verdiği beyanı ile bağlı olması gerektiğine yönelik istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.
HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler basit yargılama usulüne tabidir.” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğu gösterilmiştir.
Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.
6100 sayılı HMK’nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
6100 sayılı HMK’nın 319. maddesi uyarınca basit yargılama usulüne tabi davalarda, iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında yapılan incelemede davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde davacının bir başka davada tanık sıfatıyla verdiği ifadesiyle bağlı olacağına dair bir iddia ve savunmada bulunulmadığı, cevap dilekçesi ibraz edildikten sonra bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ile Elazığ İş Mahkemesi’nin 2015/168 E. sayılı davasında davacının tanık sıfatıyla verdiği ifadesiyle bağlı olacağının belirtildiği, bu haliyle davalı vekilinin cevap dilekçesinde bahsetmediği bir hususa daha sonra bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ile dayanmasının iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olacağı sabittir. Bu nedenle davalı vekilinin davacının bir başka davada tanık sıfatıyla verdiği ifadesiyle bağlı olacağına dair iddiasının dinlenilmesi imkanı bulunmamaktadır.
3-Davalı vekilinin davacının istifa ettiği, bu nedenle kıdem tazminatına hak kazanamayacağına yönelik istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde,
Öncelikle belirtilmelidir ki 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesi uyarınca işveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez ve ödenmemesi işçi yönünden haklı fesih nedeni olarak kabul edilmiştir. Ücretin tam olarak ödenmesi asıldır. İşveren, işçinin ücretini eksik ödeyemeyeceği gibi 62. madde gereğince yazılı muvafakat olmadıkça ücretten kesinti de yapamaz.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II-e bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye, prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil ücreti gibi alacaklarının ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.
Ücretin ödenmediğinden söz edebilmek için işçinin yasa ya da sözleşme ile belirlenen ücret ödenme döneminin gelmiş olması ve işçinin bu ücrete hak kazanmış olması gerekir. İşçinin ücretinin işverenin içine düştüğü ödeme güçlüğü nedeniyle ödenememiş olmasının sonuca bir etkisi yoktur. İşçinin ücretinin bir kısmını İş Kanunu’nun 33. maddesinde öngörülen ücret garanti fonundan alabilecek olması da işçinin fesih hakkını ortadan kaldırmaz. Bireysel iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ayni yardımların yerine getirilmemesi de (erzak yardımı, kömür yardımı gibi) bu madde kapsamında değerlendirilmeli ve işçinin haklı fesih imkanı kabul edilmelidir.
Somut olayda, davacının 22.10.2018 tarihinde iş akdinin sona erdiği, davalı işveren tarafından davacının istifa dilekçesi doldurmadan işi terk ettiğine dair tutanak tutulduğu, iş akdinin sona ermesinden sonra davacının 04.12.2018 tarihinde dava dışı işveren nezdinde çalışmaya başladığı anlaşılmaktadır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde davacının açık bir istifa iradesi bulunmadığı gibi iş akdinin sona ermesinden yaklaşık 1.5 ay sonra başka bir işveren nezdinde çalışmaya başladığı nazara alındığında başka bir işte çalışmak amacıyla istifa ettiği iddiasının dinlenilmesinin de mümkün olmadığı açıktır.
Hal böyle olunca işveren tarafından işçinin ücretinin kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak ödenmediği sabit olduğundan davacının kıdem tazminatına hak kazandığının kabulü gerekmektedir.
4-Davalı vekilinin davacının ilk çalışma döneminin tutuklanması sebebiyle kıdem tazminatına hak kazanılamayacak şekilde sona erdiğine ve mahkemece bu durum irdelenmeden karar verildiğine dair istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde,
4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin II. Bendinin (g) alt bendinde, “işçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi” halinde işverenin haklı fesih imkanının bulunduğu kurala bağlanmıştır.
4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin IV. bendinde de, işçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın aynı Kanun’un 17. maddesinde sözü edilen bildirim süresini aşması durumunda işverenin derhal fesih hakkının olduğu hükme bağlanmıştır.
4857 sayılı Kanun’un 25/ IV. bendine uyan fesihlerin geçerli nedene dayandığı açıktır. Şu halde geçerli fesih imkanı bildirim süresinin aşılması halinde ortaya çıkar.
İşçinin göz altına kaldığı veya tutuklu olduğu sürenin ihbar önelini aşması halinde 4857 sayılı Kanun’un 25/IV. maddesi uyarınca fesheden işverenin bildirim şartına uyma, ihbar tazminatı yükümlülükleri bulunmamakla birlikte, kıdem tazminatı ödemesi gerekir.
Sonuç itibariyle eldeki davada davacı dava dilekçesinde 25.08.2014 tarihinde tutuklanması nedeniyle iş akdine son verildiğini, daha sonra 28.11.2014 tarihinde yeniden davalı işveren nezdinde çalışmaya başladığını belirtmiş ise de işyeri dışında gerçekleşen bir eylem nedeniyle tutukluluk hali kıdem tazminatına hak kazanılmasına engel teşkil etmeyeceğinden, davacının davalı işveren nezdinde çalıştığı tüm dönemler toplanarak kıdem tazminatı hesaplanmalıdır. Bu haliyle mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
5-Davalı vekilinin hafta sonu ve resmi tatillerde çalıştığının kabulüne yönelik mahkeme kararının soyut tanık beyanlarına dayandığına yönelik iddiasının değerlendirilmesinde;
Öncelikle belirtilmelidir ki hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Bu şekilde yapılan fazla çalışmaların ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir.
Ancak, bu çalışmaların yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışma yapılıp yapılmadığı araştırılmalıdır.
Somut olayda, davacının hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını yazılı delil ile ispatlayamadığı, dosya arasına anılan ücret bordrolarının ise imzasız olduğu, bu haliyle uyuşmazlığın çözümünde tanık beyanlarına itibar edilmesi gerektiği açıktır. Tanık beyanlarının incelenmesinde ise hem davacı hem de davalı tanıklarının haftanın 7 günü çalıştıklarını, 2 haftada 1 gün izin kullandıklarını, resmi bayramlarda çalıştıklarını, dini bayramlarda ise 1 gün çalıştıklarını beyan ettikleri, mahkemece de bu beyanlara itibar edilerek hesaplama yapılan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günlerine ilişkin mahkeme kabulünde usul ve yasaya bir aykırılık bulunmamaktadır.
6-Davalı vekilinin hakkaniyet indiriminin %40 olması gerekirken %30 olarak hesaplandığına yönelik istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde;
İşçinin fazla çalışma ve tatil alacaklarından indirim yapılması konusunda yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtayca son yıllarda indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Bu indirim, dosyadaki delillerin durumu ve niteliğine göre yapılması gerekli uygun bir indirimdir. Ancak fazla ve ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışmanın tanık anlatımları yerine yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilememektedir. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline, işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma ücreti miktarına göre takdir edilmelidir.
Somut olayda Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları tanık beyanları esas alınarak, 17.07.2014 – 22.10.2018 tarihleri arasındaki dönem için hesaplanmış olup; mahkemece bahse konu alacaklar %30 hakkaniyet indirimi uygulanmak suretiyle hüküm altına alınmıştır. Bu haliyle davacının işyerinde yaptığı işin niteliğine, çalışma süresine ve hesaplanan fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti miktarına göre fazla çalışma ulusal bayram ve genel tatil ücretleri yönünden hesaplanan tutar üzerinden % 30 hakkaniyet indirimi yapılması yerindedir.
7-Davacı vekilinin mahkemenin fazla çalışma, UBGT ve hafta tatiline ilişkin zamanaşımına yönelik kabulünün hatalı olduğuna dair istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde,
4857 sayılı Kanunu’ndan daha önce yürürlükte bulunan mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nda ücret alacaklarıyla ilgi olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı Kanun’un 32/8. maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak, bu kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklarının, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/1. maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabi olacağı tartışmasız öğreti ve uygulama tarafından kabul edilmiştir. Fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları da geniş anlamda ücret alacağı niteliğinde olup, beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.
Fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları iş ilişkisinin devamı sırasında muaccel olur. Bu yüzden zamanaşımı süresinin başlaması için feshin beklenmesine gerek yoktur. Zamanaşımı süresi beş yıl olup, dava veya ıslah talebine yönelik olarak usulüne uygun zamanaşımı defi ileri sürülmesi durumunda ıslah tarihinden geriye doğru son beş yıl öncesinde kalan alacaklar zamanaşımına uğrayacaktır.
Hal böyle olunca davalı vekilince süresinde zamanaşımı definde bulunulduğu, mahkemece fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları hesaplanırken ıslah tarihinden geriye doğru beş yıl gidilerek alacakların hesaplandığı, bu haliyle zamanaşımına yönelik mahkeme tespitinin yerinde olduğu anlaşılmaktadır.
8-Davacı vekili ve davalı vekilinin fazla çalışmaya ilişkin mahkeme kabulüne yönelik yapmış oldukları istinaf başvurularının değerlendirilmesinde,
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gitmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 63. maddesinde çalışma süresi haftada en çok 45 saat olarak belirtilmiştir. Ancak tarafların anlaşması ile bu normal çalışma süresinin, haftanın çalışılan günlerine günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabileceği ilkesi benimsenmiştir. Kanun’un 41’inci maddesine göre fazla çalışma, kanunda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati aşan çalışmalar olup, 63. madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile bazı haftalarda toplam 45 saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.
Fazla çalışma ücretinin son ücrete göre hesaplanması doğru olmayıp, ait olduğu dönem ücretiyle hesaplanması gerekir. Yargıtay kararları da bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 16.2.2006 gün 2006/20318 E, 2006/3820 K.). Bu durumda fazla çalışma ücretlerinin hesabı için işçinin son ücretinin bilinmesi yeterli olmaz. İstek konusu dönemler açısından da ücret miktarlarının tespit edilmesi gerekir. İşçinin geçmiş dönemlere ait ücretinin belirlenememesi halinde, bilinen ücretin asgari ücrete oranı yapılarak buna göre tespiti gerekir. Ancak işçinin işyerinde çalıştığı süre içinde terfi ederek çeşitli unvanlar alması veya son dönemlerde toplu iş sözleşmesinden yararlanılması gibi durumlarda, meslek kuruluşundan bilinmeyen dönemler için ücret araştırması yapılmalı ve dosyadaki diğer delillerle birlikte değerlendirmeye tabi tutularak bir karar verilmelidir.
Eldeki davada davacının sunduğu günlük personel imza föylerinin incelenmesinde 03.08.2018 tarihinde davacının işe giriş saatinin 05:50, çıkış saatinin 19:00; 04.08.2018 tarihinde işe giriş saatinin 05:50, çıkış saatinin 18:30; 06.08.2018 tarihinde işe giriş saatinin 05:50, çıkış saatinin 18:30; 31.08.2018 tarihinde işe giriş saatinin 05:50, çıkış saatinin 18:45; 06.09.2018 tarihinde ise işe giriş saatinin 05:50, çıkış saatinin ise 18:45 olarak belirtildiği görülmektedir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında fazla çalışmaya yönelik uyuşmazlığın irdelenmesinde tanık beyanları dikkate alındığında davacının davalı işveren nezdinde servis şoförü olarak çalıştığı, ilk olarak sabah 05:30’da çalışmaya başladığı ve 18:30’a kadar çalışmasının devam ettiği anlaşılmaktadır.
Sonuç itibariyle servis şoförü olan davacının “Günlük Personel İmza Föyü”nde belirtilen saatlerde çalışmasını ispatladığından bu günler haricinde kalan sürede, mesaisinin ayda iki hafta haftanın 7 günü, kalan iki hafta ise haftanın 6 günü sabah 05:30’da başlayıp akşam 18:30’da sona erdiği, günlük çalışması 13 saat olup 1.5 saat ara dinlenme süresi dışlandığında günlük çalışma süresinin 11.5 saat olduğu, bu çalışma şekline göre davacının haftalık fazla çalışma süresinin 71 saat olduğu, 45 saatlik normal çalışma süresi çıkartıldığında haftada 26 saat fazla çalışmasının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan dosya arasına konulan imzasız ücret bordrolarının incelenmesinde bordroların 2017 ile 2018 yıllarına ait olduğu, 2017 Şubat dönemi dışında bordrolarda aylık 15 saat fazla mesai gösterildiği ancak her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenmesi gerekirken saat başına düşen miktar üzerinden hesaplama yapıldığı görülmektedir. Bu durumda davalı işveren tarafından tahakkuk edilen fazla çalışma ücretinin hesaplanacak olan fazla çalışma ücretinden mahsup edilmesi gerekecektir.
Hal böyle olunca davalı vekili tarafından yapılan zamanaşımı defi de göz önünde bulundurularak, davacının 17.07.2014 ile 22.10.2018 tarihleri arasında net 54.082,86-TL fazla çalışma ücreti bulunduğu, tespit edilen miktar üzerinden ücret bordrolarında belirtilen ve davalı işveren tarafından yapılan 3.335,50-TL (yasal faizi ile birlikte) fazla çalışma tahakkuku mahsup edildiğinde 50.747,36-TL fazla çalışma ücreti olduğu tespit edilmiştir. Tespit edilen miktar üzerinden %30 hakkaniyet indirimi uygulanmış ve sonuç itibariyle davacının fazla çalışma alacağının 35.523,15-TL olduğu kanaatine varılmıştır.
9-Davacı vekilinin fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarına arabulucuya başvuru tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiğine yönelik istinaf başvurusunun değerlendirilmesinde,
Davacı vekilinin faiz başlangıcına dair istinaf başvurusunu incelemeden önce bazı kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Öncelikle belirtilmelidir ki borçlunun temerrüdü henüz ifası mümkün olan muaccel bir borcun, borçlu tarafından gereken zamanda yerine getirilmemesidir (Tandoğan H.: Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 468-469).
Borçlunun temerrüdünü düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 117/1. maddesine göre “Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer”. Sözü geçen maddenin 2. fıkrasında “belirli vadeli borçlar” ile diğer bazı hallerde ihtara da gerek olmadığı öngörülmektedir. TBK’nın 117/1. maddesine göre borçlunun temerrüde düşmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir.
İlk olarak borçlunun temerrüdünün söz konusu olabilmesi için edimin ifası mümkün olmalıdır. Diğer bir ifadeyle borçlanılan edimin borçlu tarafından vadesinde ifa edilmemiş olmasına rağmen ifanın henüz mümkün olması gerekmektedir (Eren F.: Borçlar Hukuku, Ankara 2018, s.1120; Tekinay S. S./Akman S./Burcuoğlu H./Altop A.: Borçlar Hukuku, İstanbul 1993, s.912; Tandoğan, s.469).
Borçlunun temerrüdünün diğer bir şartı ise borcun muaccel olmasıdır. Muacceliyet alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisini ifade eder. Ancak muacceliyeti borcun ifa edilebilirliğinden ayırmak gerekir. İfa edilebilirlik borçlunun borçlanılan edimi ifa etme yetkisidir. Borç ifa edilebilir olmakla birlikte, henüz muaccel olmamışsa, alacaklı, borçludan edimin ifasını talep ve dava edemez (Eren, s.1120).
Nihayet borçlunun temerrüdünün son şartı borçluya ihtar yapılmış olmasıdır. Gerçekten de TBK’nın 117/1. maddesinin açık hükmü uyarınca borçlu alacaklının ihtarıyla temerrüde düşecektir. Ancak burada üzerinde durulması gereken husus ihtarın hukuki mahiyetidir.
İhtar alacaklının borçludan borcu ifa isteğini içeren, tek taraflı varması gerekli bir irade açıklamasıdır. Alacaklı, ihtarda alacağı talep iradesini kesin olarak açığa vurmalı, borçluyu, edimi vaktinde yerine getirmediği takdirde temerrüdün sonuçlarından sorumlu olacağı hususunda uyarmalıdır (Eren, 2.1121).
Kural olarak ihtar bir geçerlilik şekline tabi değildir (istisnası TTK.18/b-3). Borç doğuran işlemden bağımsızdır ve böyle bir işlemi değiştirici bir etkiye de sahip değildir (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s.914-915).
İhtarın en etkili biçimi ise bir ifa davası açılması ya da icra kanalıyla borçluya bir ödeme emri gönderilmesidir. Gerçekten de Borçlar Kanunu’nda ihtara yönelik herhangi bir şekil şartı öngörülmediğine göre dava açılması ya da icra takibi başlatılması alacağı talep iradesinin kesin olarak açığa vurulduğu en etkili yoldur.
Fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları iş ilişkisinin devamı sırasında ifa edilebilir hale gelir ve muaccel olur. Bu alacaklar yönünden de işveren ihtar ile temerrüte düşecektir. Uygulamada da işçinin davadan önce gönderdiği fesih ihtarnamesinin işvereni temerrüte düşürme niteliğine haiz olduğu kabul edilmektedir. Elbette ihtarname gönderilmemiş ise temerrüt tarihi dava açıldığı ya da ödeme emrinin tebliğ edildiği tarih olacaktır.
Bu durumda asıl tartışılması gereken husus arabulucuya yapılan başvurunun borçlunun temerrütünü doğurup doğurmayacağı hususudur.
İşçi alacaklarına yönelik arabuluculuk dava şartı 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 38. maddesinin “a” bendine göre 01.01.2018 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasına göre “Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi ve işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.”
Eldeki davada 11.01.2019 tarihli Arabuluculuk son tutanağının incelenmesinde davacı vekili ile davalı işveren yetkilisinin toplantıya katıldıkları, toplantıda davacı vekili tarafından kıdem-ihbar tazminatı, fazla mesai, AGİ, ücret alacağı, ulusal bayram ve genel tatil alacağı, yıllık izin alacağı ve hafta tatili alacağı olduğunun beyan edildiği, ancak tarafların ayrı ayrı söz alarak anlaşamadıklarını beyan etmeleri üzerine anlaşamama tutanağı tutulduğu görülmektedir.
Bu durumda arabuluculuk görüşmeler ile birlikte davalı işçilik alacaklarından haberdar olmuş, davacı tarafça açıkça hangi alacakların istenildiği belirtilmiştir. İhtarın bir şekil şartına tabi olmadığı ve arabuluculuk görüşmelerinde davacı tarafça alacakların tahsilini açıkça talep edildiği dikkate alındığında artık arabuluculuk görüşmelerinde davacının talebinin ihtar mahiyetinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
Sonuç itibariyle davacı vekilinin fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarına yönelik faiz talebinde arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı ve davalı tarafından hangi alacakların talep edildiğinin öğrenildiği “Arabuluculuk Son Tutanağı” nın düzenlendiği tarihte temerrüde düştüğü kabul edilerek faizin başlangıç tarihinin “Arabuluculuk Son Tutanağı” nın düzenlendiği tarih olan 11.01.2019 tarihi olduğu kabul edilmelidir.
10-Kamu düzenine aykırılık yönünden yapılan incelemede;
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi, 7036 sayılı Kanun’un 3’üncü madde 14-16’ncı fıkralarda; tarafların anlaşamamaları halinde iki saatlik ücret tutarının Adalet Bakanlığı bütçesinden ödeneceği, Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen arabuluculuk ücretinin yargılama giderlerinden sayılacağı, yine bu madde uyarınca arabuluculuk bürosu tarafından yapılması gereken zaruri giderlerin anlaşmaya varılamaması halinde ileride haksız çıkacak taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanacağı düzenlenmiş olup, ilk derece mahkemesince Devlet bütçesinden karşılanan zorunlu arabuluculuk ücreti ile ilgili bir karar verilmemesi hatalıdır.
Hal böyle olunca dosya kapsamı dikkate alındığında; davacı vekilinin ve davalı vekilinin yukarıda belirtilen nedenlerle istinaf başvurularının kısmen kabulüne, istinaf konusu husus Dairemizin uzmanlığı ile çözülmesi mümkün olduğundan ve mahkemesine gönderilmesini gerektirmediğinden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak istinaf nedenleriyle ve taleple bağlı olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 353/1-b-2. maddesi uyarınca yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Hüküm:
A) Davacı vekilinin ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun yukarıda belirtilen nedenlerle kısmen kabulüne Elazığ İş Mahkemesi’nin 30/09/2019 tarih, 2019/46 Esas ve 2019/804 Karar sayılı kararının kamu düzenine aykırılık sebebiyle; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 355 / 353-(1)-b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,
B) Davanın KISMEN KABÜLÜNE,
1-) 11.090,00-TL net kıdem tazminatının akdin fesih tarihi olan 22/10/2018 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
2-) 35.523.15-TL net fazla çalışma alacağının temerrüt tarihi olan 11/01/2019 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
3-) 1.095,92-TL net UBGT alacağının temerrüt tarihi olan 11/01/2019 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
4-) 5.410,09 TL net hafta tatili alacağının temerrüt tarihi olan 11/01/2019 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
5-) Alınması gerekli 3.628,56-TL ilam harcından davacı tarafça peşin olarak yatırılan 187,86-TL ile 786,00-TL ıslah harcının mahsubuyla bakiye 2.654,70-TL’nin davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
6-) Davacı tarafça yapılan 238,66-TL harç ve 786,00-TL ıslah harcı olmak üzere toplamı 1.024,66-TL masrafın, davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
7-) Davacı tarafça yapılan 496,50-TL bilirkişi/posta/tebligat yargılama giderinin kabul/red oranına göre 462,74-TL sinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiyesinin davacı üzerinde bırakılmasına, +
😎 Davacı yapılan yargılama sırasında kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. uyarınca 6.193,11-TL vekalet ücretinin davalı taraftan alınarak davacıya verilmesine,
9-) Davalı yapılan yargılama sırasında kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. uyarınca 2.725,00-TL vekalet ücretinin davalı taraftan alınarak davacıya verilmesine,
10-) 7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3/14. maddesi gereğince, belirlenen 680,00-TL arabuluculuk ücretinin davalıdan alınarak Hazine’ye gelir kaydına,
11-) Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan/kalan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra talep halinde sahibine iadesine,
C) 1-) İstinaf kanun yolu ile ilgili olarak davacı tarafça yatırılan peşin harç bedelinin talep halinde davacıya iadesine,
2-) İstinaf kanun yolu ile ilgili olarak davalı tarafça yatırılan peşin harç bedelinin talep halinde davalıya iadesine,
3-) İstinaf kanun yolu ile ilgili olarak davalı tarafça yapılan 34,50-TL yargılama giderinin kabul/red oranına göre 2.35-TL sinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, bakiyesinin davalı üzerinde bırakılmasına,
4-) İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1-a. maddesi gereğince KESİN olmak üzere 11.12.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.