Aldatan Eşin Yüzünü Çizmek, Az da Olsa, Kusurdur

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
 
Esas : 2017/3156
Karar : 2021/1209
Tarih : 12.10.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Safranbolu Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili 25.11.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 24.10.1982 tarihinde evlendiklerini, bu evlilikten iki ergin çocuklarının bulunduğunu, davalının ağır kusurlu davranışları nedeni ile 2005 yılından beri ayrı yaşadıklarını, davalının evliliğin ilk yıllarından itibaren müvekkiline ve müvekkilinin ailesine karşı saygısız davrandığını, toplum içinde küçük düşürdüğünü, bu olumsuz tutum ve davranışlarının 2000’li yıllarda psikolojik rahatsızlığa dönüşmeye başladığını, sebepsiz yere kavgalar çıkardığını, müvekkilinin dini inançları doğrultusunda eşini iyileşir umuduyla hacca götürdüğünü, ancak bu ziyaretin de iyi gelmediğini, davalının daha sonrasında alkol alışkanlığı edindiğini, yaşanılanlar nedeniyle davacının evi terk etmek zorunda kaldığını, tarafların ayrı yaşadığı dönemlerde davacının iş yerine gelerek rezalet çıkardığını, tasvip edilmeyecek şekilde bir yaşam tarzı benimsediğini, müvekkilin iş hayatını sekteye uğratmak amacıyla ticaret hayatında gerekli kredi kullanımı ve kefalet gibi eş izni gereken yerlere onay vermediğini, dolayısıyla müvekkilinin iş hayatını bırakmak zorunda kaldığını, evlilik birliği devam ederken manevi tazminat ve nafaka davaları açtığını, müvekkilini haksız yere ceza yargılamalarına konu ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı vekili 09.01.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, her iki tarafın da ikinci evliliği olduğunu, davacının ilk evliliğinden bir kızı bulunduğunu, müvekkilinin davacının kızına iki yaşından evleninceye kadar öz anne gibi baktığını, taraflar evlenmeden evvel davacının sıradan bir terzi olduğunu, evlendikten sonra müvekkiline ailesinden kalan yüklü miktardaki mirası kullanarak tekstil fabrikaları açtığını, sonrasında 2004 yılında davacının Şerife isimli bir kadınla eşini aldatmaya başladığını, bu ilişkinin hâlen devam ettiğini, müvekkilinin uğradığı ihanet nedeniyle kronik ültiker, kronik lopus ve behçet hastalıklarına yakalandığını, davacının 2009 tarihinde evi terk ederek Şerife isimli kadınla yaşamaya başladığını, fiili ayrılık aşamasında davacının müvekkilini iki kere darp ettiğini ileri sürerek öncelikle davanın reddine aksi hâlde ise müvekkili yararına 5.000TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 150.000TL maddi, 150.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

Safranbolu Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 25.03.2015 tarihli ve 2013/819 E., 2015/260 K. sayılı kararı ile; somut olaylara göre evlilik birliğinin devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığının kuşkusuz olduğu, ne var ki bu sonuca ulaşılması erkeğin evlilik birliği devam ederken başka bir kadınla ayrı bir evde evlilik dışı yaşamaya başlaması nedeniyle tamamen erkek eşin sadakatsiz davranışından kaynaklandığı, kadın eşe atfı mümkün hiçbir kusurlu davranışın bulunmadığı, hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği, kadın eşin boşanmaya karşı çıkmasının kötü niyetli olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 30.05.2016 tarihli ve 2016/10544 E., 2016/10653 K. sayılı kararı ile;

“…Hüküm davacı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davalı kadının, eşine fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Safranbolu Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 23.11.2016 tarihli ve 2016/599 E., 2016/850 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının ekonomik anlamda güçlü bir konumda bulunduğu, evlilik birliği devam ederken başka bir kadın ile birlikte yaşadığının dosya kapsamı ile sabit olduğu, bozma kararına dayanak olayın Karabük 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1093 E. sayılı dosyasına yansıdığı ve 06.10.2010 tarihinde meydana gelen olay nedeniyle tarafların kasten yaralama suçundan yargılandığı, olayın meydana geldiği iş yeri kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, 15.12.2010 tarihli bilirkişi raporunda görüntülerin çözümlendiği, rapora göre erkek eşin iş yerine birlikte yaşadığı Şerife isimli kadın ile birlikte geldiği, o esnada iş yerinde bulunan eşi ile karşılaştığı, böyle bir durumda kadından herhangi bir tepki vermeksizin durumu kabullenmesinin beklenemeyeceği, kadının olaya karşı çıkmasının ve rahatsızlığını dile getirmesinin gayet makul olduğu, kadının olaya gösterdiği tepki üzerine taraflar arasında kavga çıktığı, kavga esnasında erkeğin kadına kabul edilemeyecek şekilde fiziksel şiddet uyguladığı, davalı kadının üç kere yere düştüğü ve kafasını zemine çarptığı, eşini yerde sürüklediği, 4-5 tane erkek şahsın davacıyı zorla iş yerinden dışarıya çıkardıkları, kadının da düştüğü yerden kalkamadığı, böyle bir olay sırasında kadının eşine karşı gerek kendisini korumak gerekse aldatılan bir kadın olarak içine düştüğü durumdan duyduğu öfke ile şiddet uygulaması şeklinde gerçekleşen eyleminin kusur niteliğinde olmadığı, kaldı ki taraflar arasında yaşanan olayda, asıl şiddete uğrayan tarafın kadın olduğu, bu durumun bilirkişi raporunda da sabit olduğu, her ne kadar bozma ilamında olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu belirtilmiş ise de, evlilik birliği devam ederken güven sarsıcı davranışlarda bulunarak başka bir kadın ile ayrı bir evde gayri resmi birliktelik yaşayan, bu duruma tepkisini dile getiren davalı eşine ceza dosyasında sabit olduğu üzere şiddet uygulayan davacının dava açmakta haklı olduğuna dair görüşe katılma olanağının bulunmadığı, hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşten kaynaklanan kusurlu bir davranışın ispatlanıp ispatlanmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddenin 1 ve 2. fıkraları;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.

Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m. 2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.

Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’ileri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.

Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m. 166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m. 166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir.

Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince; yerel mahkemece ilk kararda davacı erkek eşin tam, davalı kadının ise hiçbir kusurunun bulunmadığı, bozma sonrasında ise kadına kusur atfedilebilecek bir davranış varsa bile bu eyleminin hayatın olağan akışına uygun tepki niteliğinde olduğu gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Davacı vekilinin kararı temyizi üzerine Özel Daire, kadının “fiziksel şiddet uyguladığı” gerekçesiyle taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu, bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur.

Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; tarafların 24.10.1982 tarihinde evlendikleri, Serpil ve Atakan isminde ergin iki çocuklarının bulunduğu, bu çocukların davalı kadın eşin tanığı olarak dinlendiği, beyanlarında “babalarının 2005 yılından itibaren Şerife isimli bir kadınla beraberliğinin olduğunu, uzun yıllardır bu kadınla birlikte yaşadığını, tarafların bu nedenle kavga ettiklerini, babalarının şirkette bulunan hisselerini eşit oranda kendilerine devrettiğini, bunun sebebinin ise bazı ticari işlemler nedeniyle eş imzası gereken durumlarda annelerinin bu imzayı vermemesi nedeniyle şirketin zarara uğraması olduğunu, gözlemlerine göre her iki tarafın da kusurlu olduğunu” söyledikleri, Karabük 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 07.06.2011 tarihli ve 2010/1093 E., 2011/445 K. sayılı kararına konu 06.10.2010 günü yaşanan kavgada haksız tahrik altında olsa bile kadının, eşinin yüzünü tırnağı ile yırttığı gerekçesiyle cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Tüm bu anlatılanların ışığı altında, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışıyla ağır kusurlu davacı karşısında, eşiyle kavga eden ve kavga esnasında tırnağı ile eşinin yüzünü yaralayan davalı kadın az da olsa kusurludur. Yukarıda da belirtildiği üzere, TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olunması gerekmeyip daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmaktadır. Ne var ki, böyle bir durumda az kusurlu eşin davaya itiraz hakkı bulunmaktadır. Yapılan düzenlemeyle davalıya bu yolla bir itiraz hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı da aynı hükümde belirtilmiştir. Gerçekten de, TMK’nın l66/2. maddesinin son cümlesine göre yapılan itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilmesi gerekmektedir.

İzah edilen sebeplerle; boşanmaya sebep olan olaylarda davacının ağır, davalının ise az kusurlu olduğu, böyle bir durumda az kusurlu eşin boşanmaya karşı çıkmasının tek başına boşanma kararı verilmesini engellemeyeceği, eğer ki az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise veya eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşıldığı takdirde boşanmaya hükmedilmesi gerektiği, davalının ağır tahrik altında da olsa eşine fiziksel şiddet uyguladığı, bu nedenle az da olsa kusurunun bulunduğu, ortak çocukların beyanlarından anlaşılacağı üzere mevcut evlilik birliğinin eşler ve çocuklar yönünden korunmaya değer bir yararının kalmadığı, somut olayda davalının davaya karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, hâl böyle olunca taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte geçimsizliğin var olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu ve bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün olmadığı açıktır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kadın eşin boşanmaya sebep olan olaylarda tepki niteliğinde sayılabilecek kusurlu bir davranışının dâhi bulunmadığı, dolayısıyla tam kusurlu davacının davasının reddine karar verilmesinin sonucu itibari ile isabetli olduğu, mahkemece verilen direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.10.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Boşanma davasının yapılan yargılaması sonucunda mahkemece; somut olaylara göre evlilik birliğinin devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığının kuşkusuz olduğu, ne var ki bu sonuca ulaşılması erkeğin evlilik birliği devam ederken başka bir bayanla ayrı bir evde evlilik dışı yaşamaya başlaması nedeniyle tamamen erkek eşin sadakatsiz davranışından kaynaklandığı, kadın eşe atfı mümkün hiçbir kusurlu davranışın bulunmadığı, hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği, kadın eşin boşanmaya karşı çıkmasının kötü niyetli olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece yapılan inceleme sonucu; “…Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davalı kadının, eşine fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemece önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının ekonomik anlamda güçlü bir konumda bulunduğu, davalı ile olan evlilik birliği devam ederken başka bir bayan ile birlikte yaşadığının dosya kapsamı ile sabit olduğu, bozma kararına dayanak olayın Karabük 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1093 E. sayılı dosyasına yansıdığı ve 06.10.2010 tarihinde meydana gelen olay nedeniyle tarafların kasten yaralama suçundan yargılandığı, olayın meydana geldiği işyeri kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, 15.12.2010 tarihli bilirkişi raporunda görüntülerin çözümlendiği, rapora göre erkek eşin işyerine birlikte yaşadığı Şerife isimli kadın ile birlikte geldiği, o esnada işyerinde bulunan eşi ile karşılaştığı, böyle bir durumda kadından herhangi bir tepki vermeksizin durumu kabullenmesinin beklenemeyeceği, kadının olaya karşı çıkması ve rahatsızlığını dile getirmesinin gayet makul olduğu, kadının olaya gösterdiği tepki üzerine taraflar arasında kavga çıktığı, kavga esnasında erkeğin kadına kabul edilemeyecek şekilde fiziksel şiddet uyguladığı, davalı kadının üç kere yere düştüğü ve kafasını zemine çarptığı, erkeğin eşini yerde sürüklediği, 4-5 tane erkek şahsın davacıyı zorla işyerinden dışarıya çıkardıkları, kadının da düştüğü yerden kalkamadığı, böyle bir olay sırasında kadının eşine karşı gerek kendisini korumak gerekse aldatılan bir kadın olarak içine düştüğü durumdan duyduğu öfke ile şiddet uygulaması şeklinde gerçekleşen eyleminin kusur niteliğinde olmadığı, kaldı ki taraflar arasında yaşanan olayda, asıl şiddete uğrayan tarafın kadın olduğu, bu durumun bilirkişi raporunda da sabit olduğu, her ne kadar bozma ilamında olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu belirtilmiş ise de, evlilik birliği devam ederken güven sarsıcı davranışlarda bulunarak başka bir bayan ile ayrı bir evde gayri resmî birliktelik yaşayan, bu duruma tepkisini dile getiren davalı eşine ceza dosyasında sabit olduğu üzere şiddet uygulayan davacının dava açmakta haklı olduğuna dair görüşe katılma olanağının bulunmadığı, sonuç olarak hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceğine dair hukuk prensibi gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Özel Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık davalı kadının boşanmaya neden olan olaylarda az da olsa kusuru bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Mahkemece kadının hiç kusuru bulunmadığı kabul edilmiş iken özel daire bozma kararında davalı kadının, eşine fiziksel şiddet uyguladığı belirtilerek kadının da kusurlu olduğu kabul edilmiştir. Direnme kararının temyizinin de özel daire ile mahkemenin uyuşmadığı bu maddi vakıanın gerçekleşip gerçekleşmediği ve buna göre davalı kadının da kusurlu sayılıp sayılamayacağı noktasında değerlendirilmesi gerekir. Zira Özel Dairenin kadına yüklediği başkaca kusurlu eylem de bulunmamaktadır.

Dosya kapsamında kadına yüklenen, eşine fiziksel şiddet uygulama kusuruna dayanak olan olay 06.10.2010 tarihinde meydana gelmiş ve ceza yargılamasına da konu olmuştur. Karabük 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1093 esas, 2011/445 karar sayılı 07.06.2011 tarihli kararında davacı ve davalının birbirlerine basit tıbbi müdahale ile yaralama suçunu işledikleri belirtilerek karar verilmiş ise de verilen karar mahkûmiyet hükmü olmayıp hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır.

CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.” 5271 sayılı CMK 223. maddede sayılan hükümler arasında da yer almayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı “koşullu bir düşme kararı” niteliğinde olup, Kanunda yasa yolu da açıkça itiraz olarak öngörülmüştür. Koşulların gerçekleşmesi hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinde belirtilen düşme kararı verileceğinden, ancak bu aşamada yani düşme kararı verildiğinde, hükümlere ilişkin yasa yolu olan istinaf ya da temyiz yasa yoluna başvurulabilecektir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının açıklanan bu nitelikleri nedeniyle, geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün, BK’nın 53. (TBK 74) maddesi anlamında hukuk hâkimi yönünden bağlayıcılığı yoktur. Somut olayın oluşunu hukuk hâkimi kendisi takdir etmelidir.

Mahkemece de buna uygun bir değerlendirme içerir biçimde bu karar hükme esas alınmayarak deliller değerlendirilmiş ve kadının kusursuz olduğu kabul edilerek hüküm kurulmuş, bozma kararı üzerine de bu eylemin kadın için neden kusur teşkil etmediği önceki kararını daha da güçlendirme ve bozmayı karşılayan gerekçe yazma sınırları içinde kalınmak suretiyle direnme kararında açıklanmıştır.

Direnme kararında açıklandığı ve dosya kapsamındaki delillerle de anlaşıldığı üzere davacı erkeğin birlikte yaşadığı kadınla birlikte işyerine gelmesi ve o sırada orada bulunan davalı kadınla arasında çıkan tartışma sırasında davacının davalıya ağır fiziksel şiddet uyguladığı kadının da bu ağır şiddete karşı koyma engel olmaya çalışırken kocasının dudağının kadının tırnakları ile cırmalandığı anlaşılmaktadır. Davacı erkeğin uyguladığı ağır fiziksel şiddetin varlığı ve kadının eliyle bu fiziksel şiddete karşı koymaya çalıştığının varlığı ceza dosyasında alınan kamera görüntülerinin çözümlendiği bilirkişi raporuyla da açıkça ortaya çıkmıştır. Davacının yüzündeki bu yaralanma, doğal bir tepki olarak davalı kadının uğradığı ağır fiziksel şiddetten kurtulmaya çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olup salt bu eylem nedeniyle davalı kadının, davacı eşine fiziksel şiddet uyguladığı ve kusurlu olduğu sonucuna varılamaz.

Açıklanan nedenlerle mahkemece, davacı kadının bozma kararında belirtildiği şekilde eşine fiziksel şiddet uygulama eyleminin varlığı kabul edilmeyerek kusursuz bulunması ve aynı yönde olan önceki hükümde direnilmiş olması dosya kapsamına ve toplanan delillere uygundur.

Dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak açılmıştır. Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir (TMK 166/1). Bu fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir (TMK 166/2).

Bu hükme dayalı olarak boşanma kararı verilebilmesi için davalı eşin az da olsa kusuru bulunması gerekir. Boşanmaya neden olan maddi vakıalarda tümüyle kusursuz olan eşin açılan boşanma davasına itiraz etmesi hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez.

Açıklanan nedenlerle evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda davacı tümüyle kusurlu olup davalıya yüklenebilecek bir kusur bulunmadığından, davacı kadının boşanmaya karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması olarak da nitelenemez. Bu durumda davacı kocanın açtığı boşanma davasının reddine yönelik ilk hükümde direnilmiş olması dosya kapsamı ve delillere uygun olmakla direnme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün özel daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Bu Yazıyı Paylaşın