“İlelebet payidar kalacak” Cumhuriyetimizin kuruluşunun yolunu açan 30 Ağustos Zaferi’ni Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk şu sözlerle anlatmış:
“Efendiler, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri’nin verdiği kıymetli anlatımla burada hazır olanlar “Afyonkarahisar-Dumlupınar” Meydan Savaşı’nın ve kesin sonuç veren 30 Ağustos Savaşı’nın yürüyüşü hakkında genel bir fikir edinmişlerdir. Beş gün kesintisiz, geceli gündüzlü süren bu büyük meydan savaşının gerçek niteliği bugün verilen anlatımdan ziyade, yarın tarihin hükümleri, araştırmacıların inceleme ve değerlendirmeleri okunduğu zaman daha açık, daha kapsamlı bir surette anlaşılacaktır.
Beni, milletim, Türk milleti, emniyet ve güvenine layık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu görev ve memuriyetimin mutlu hatırasını milletime karşı daima en derin gönül bağlılığı duygusuyla, haz ile, onurla, saklıyorum. Görevlerini milletin vicdani arzusuna, gerçek ihtiyacına, yalnız onun yüksek iradesine uyarak yapmış olanlara mahsus bir vicdan rahatlığı ile bugün karşınızda bulunurken hissettiğim mutluluğu anlatamam.
Efendiler, tıpkı bugün gibi (1922) senesi ağustosunun 30. günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda kahraman 11. Fırkamız, şu karşıki tepelerde savaşa mecbur edilen düşman ana kuvvetlerine saldırı için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çalköy alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren sebebin ne olduğunu anlatmak için anımsadığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim.
29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Batı Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, her zamanki gibi, o saate kadar çeşitli karargâhlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinde tespit ve işaret ettiği genel durumu Cephe Kumandanı İsmet Paşa’ya göstermiş ve o da derhal Paşa’ya “göster” emriyle Tevfik Bey’i yanıma göndermişti. Afyonkarahisar’da belediye binasında bana verilen odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Bey’in gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım. Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi ki, ordularımız düşmanın önemli kuvvetlerini kuzeyden, güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir durum almış bulunuyorlardı. Şu durumda, tasarladığımız ve istediğimiz sonuçları sağlayacağını ümit eylediğimiz durumlar gerçekleşiyordu.
Derhal Fevzi ve İsmet paşaları çağırınız dedim. Üçümüz toplandık. Durumu bir kez daha değerlendirdik ve kesinlikle karara vardık ki Türkün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün parlaklığıyla doğacaktır. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimat yazıldı (6.30 evvelde). Fakat durum o kadar önemli, o kadar sürat ve şiddet talep ediyordu ki bu yazılı emirlerle yetinmek ilerisi için yeterli ve uygun olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretleri’nden, bizzat Altıntaş ve güneyinden hareket eden 2. Ordumuzun ve bunun daha batısında bulunan Süvari Kolordumuzun yanına giderek planlarımıza göre savaşı düzenlemesini kendilerinden rica ettim.
4. Kolordu’su ile hedeflediğimiz düşmanın ana kısmını güneyden takip eden 1. Ordu karargâhına da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşa’nın karargâhta kalıp genel durumu yönetmesini uygun gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri kuzeye hareket ederken ben de otomobil ile şimendifer yolunu izleyerek batıya hareket ettim. Akçaşehir’de 1. Ordu karargâhına saat dokuzdan evvel idi ki ulaşmıştım. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin yazılı emri verilirken ben de kendisine sözlü olarak durumu izah ettim ve 4. Kolordu’nun bütün fırkalarıyla ve sürat ve şiddetle, işte bu köyün, Çalköy’ün batısındaki düşmanın ana kısmını kuşatacak surette savaşa zorlamasını emrettim. Ve ilave ettim ki düşman ordusu mutlaka imha olunacaktır. Ordu kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa’yı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimi bildirdi. Bir süre bu karargâhta kaldım. Devamlı olarak gelen çeşitli rütbedeki esir subaylarla görüştüm. Bunlardan biri kurmay subayı idi. Zavallı, verdiği bilgi arasında, istemeyerek başkumandandan vazifesini alan General Trikopis’in ve 2. Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu açıklamış oldu. Derhal yanımda bulunan ordu kumandanına, Kemalettin Paşa’yı bulunuz. Bizzat Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini mutlaka esir etmesini söyleyiniz dedim. Bu emir hemen telefonla bildirildi. Zavallı esir subay benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım. Savaş durumunu gözümle görmek benim için dayanılmaz bir ihtiyaç oldu. Ordu kumandanını da beraber alarak 4. Kolordu Kumandanının gözlem için bulunduğu şu yöndeki bir tepeye geldik. (Arpalık civarında)
Çalköy batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültülerini işitiyordum. Oradan durumu dürbün ile incelemeye uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kesin bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek gereklidir ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dahil olduk. Ara sıra yolumuzun soluna düşman mermileri düşüyordu. 4. Kolordu’nun fırkaları doğudan batıya yolumuzu kat ederek seri adımlarla ilerliyorlardı.
Biraz evvel dediğim gibi, saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk. Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş mevzilerinde süngü hücumlarıyla dahil olarak kesin sonuç almak zorunluydu. Bunun için bütün kıtaların en üst fedakârlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hata gizlenmeye bakmaksızın ateş bölgelerine girip düşman bölgesini sarsmasını istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu görüşlerimi anlar anlamaz derhal ve en asabi bir suretle harekete geçtiler. Ne yazık ki şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan kahraman bir süvari subayına birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini kuzeyden saran 2. Ordu’ya gönderdim. Ve sözlü olarak burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu subay görevini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek bilgi de vermişti. 11. Fırka’nın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileri atılarak bütün kuvvetiyle düşman bölgesine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye harekâtı şiddetlendirmek ve hızlandırmak için emirlerini ulaştırıyordu. 2. Ordu’nun 16. ve 61. fırkaları düşmanla ciddi savaşa girişiyorlar, diğer fırkaları da kuşatma çevresini darlaştırıyordu. Bunları görüyordum. Süvari kolordumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu, bana haber getiren süvari subayı söylemişti.
Arkadaşlar, saatler ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü özellik kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen avcı hatlarımızın guruba yaklaşan güneşin son ışınlarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevzilerini saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın kesintisiz ve amansız ateşleri düşman mevziini içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu.
Güneş batıya yaklaştıkça, ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğunu bütün ruhlarda hissolunuyordu. Bir an sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım lazımdı. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeliydi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırta hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tamamen mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi, çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, acayip bir alaşım halinde kaçış için çıkış arıyordu. Artık gecenin koyulaşan karanlığı sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.
Efendiler, ertesi günü tekrar bu savaş meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin azameti ve buna karşılık düşman ordusunun içine düşürüldüğü felaketin dehşeti beni çok memnun etti. O karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunaklı ve gizli yerler, bırakılmış toplarla, otomobillerle ve sonsuz teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukatın aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargâhımıza yönlendirilmiş bulunan sürü sürü esir kafileleri ile gerçekten bir kıyamet gününü andırıyordu.
Bu dar ateş ve hücum çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik kılıç artığından ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi içinden çıkmayı başaramayarak başlarında başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardır.”
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.