Paranoya, sosyal bir takım tehditlerden korunmak, kaçınmak veya gerçeğe dönmesinin önünü kesmek için ortaya çıkmış ve akabinde anomali şeklinde yersiz olarak bir takım başka biyokimyasal etmenler nedeni ile de hastalık haline dönüşmüş olabilir. Bu doğal ortaya çıkış, aslında müphem ve değişen koşul ya da durumları sağlıklı atlatabilmeyi sağlayan daha standart ve hafif tipte bir endişe halinde gerçekleşmiş olabilir.
Yeni bir çalışmada bilim insanları, belirsizliğin yani muğlak durumların paranoyak bireylerde öğrenmeyi ve öğrenme hızını olumsuz etkileyeceği savını ortaya attı. Sosyal bir tehdit unsuru olmadığı durumlarda dahi bunu gözlemlemeyi bekleyen araştırmacılar, ‘tersine öğrenme’ (İng. reversal learning) davranışı ile yazılım modelleme kullanarak beklenti veya inançlardaki değişimlerin mental bir hastalığı olan ve olmayan bireylerde yarattığı değişimleri modellemeye çalıştı.
Beklenmedik müphem koşullar ortaya çıktığında, tıpkı içinde bulunduğumuz pandemi gibi; Yale University araştırmacılarının eLife’ta yayımladıkları bir çalışmaya göre insanlar paranoyaya daha yatkın veya açık hale geliyor. Araştırmanın başyazarı Dr. Philip Corlett’e göre etrafımızdaki Dünya, ani bir değişikliğe uğradığında bu durumu anlamlı kılmak, anlamlandırmak ve belki de nötralize etmek için bu değişkenlikten birini sorumlu tutmayı yeğleriz. İlk bakışta, süreci sağlıklı atlatmamıza yardımcı olacağını düşündüğümüz, ve belki de gerçekten öyle olan bu durum, aslında bir taraftan da paranoya ve komplocu düşünme durumlarını da ortaya çıkarabiliyor.
Paranoya davranışı veya paranoyak korkular, diğer insanların bize zarar vermeye niyetlendiklerine dair bir inanışın görüldüğü hastalıktır veya daha derin bir spektrum hastalığın semptomudur diyebiliriz. Ancak bir taraftan toplum içinde değişen oranlarda varlığını göstermeye devam ediyor. Araştırmacıların mevcut çalışma öncesinde gerçekleştirdikleri bir kamuoyu araştırmasında değerlendirmeler, nüfusun yüzde 20’sinin o andan bir önceki seneye kadarki zaman diliminde insanların kendilerine karşı olduğuna inandıklarını ve hatta yüzde sekizinin ise diğerlerinin aktif olarak zarar vermeyi düşündüklerine inandıklarını kaydediyor.
Tüm bunlara karşın araştırmacılar, paranoyanın çok daha temel bir öğrenme mekanizmasından köklendiğini ve bu mekanizmanın da muğlaklık ile tetiklendiği savını öne sürdü. Sosyal bir tehdit yokken dahi ortaya çıkması ise bu nedenden dolayı bekleniyordu. Beyin için sosyal veya değil herhangi bir değişikliğin, bir tip tehdit gibi yorumlanabileceği üzerinde duran araştırmacılar, bu durumun ortaya çıkmasının beyindeki önsezilere ve tahminlere ket vurabileceğini belirtti. Peki bu ne demek?
Tüm normal koşullar altında, hayal kurarak veya bir takım gerçekçi koşulları bir araya getirerek durum değerlendirmesi yapar, belirli bir karara varmak için mevcut durum ve olayların olumlu/olumsuz, avantajlı/dezavantajlı, riskli/rizikosuz yanlarını analiz ederiz. Bireylerin yetilerine göre -ki bu beyindeki birçok alanı aktif kullanmayı gerektireceğinden bireyler arasında büyük değişiklikler gösterebilir- bu analizlerin sonucunda bir takım inanışlar, beklentiler veya planlar beynimizin ilgili kısımlarında yer eder. İşte bu noktada koşul ve durumların herhangi bir noktasında ortaya çıkan beklenmedik bir değişiklik, ve hatta bu değişikliklerin belirsizlik ihtiva etmesi direkt bir başarısızlık, yeniden değerlendirme, bunun için enerji tüketme, doğru hesap yapamamış olma veya sosyal tehdit göstergesi olma gibi birçok açıdan olumsuz değerlendirilebilmektedir.
Araştırmacılar bu davranışlar modelleyebilmek için, katılımcıları; bir dizi deneyde farklı seviyelerde paranoyaya sahip olan bireylere sorular sorarak, kazanmak için gereken en iyi kartın sürekli değiştirildiği bir oyuna dahil etti. Düşük seviyede paranoyası olan veya paranoyak olmayan bireylerin en iyi kartın değiştiğini tahmin etmesi daha uzun sürerken, paranoya sahibi bireylerin oyunda süren değişiklikten dahi daha büyük bir değişimin beklentisi içindeydi. Kazansalar dahi, paranoyak bireyler seçimlerini değiştirmeyi tercih ediyorlardı.
Bu basit uygulama üzerine araştırmacılar belirsizlik seviyesini daha da artırmak için kazanma yüzdelerini de oyunun henüz yarısında değiştirip bunu katılımcılara söylemedi. Bu ani değişiklik paranoyak olmayanları dahi, paranoya gösteren bireyler ile benzer davranışlar sergilemeye itti. Bağıntılı bir başka deneyde de, -aynı makalede bu deneyin de sonuçlarını inceleyebilirsiniz- Jane Taylor ve Stephanie Groman sıçanları bir eğitime tabi tuttu ve burada da en iyi seçim sürekli biçimde değiştiriliyordu. İnsanlarda paranoyayı artırdığı ve/veya başlattığı bilinen metamfetamine maruz bırakılan sıçanların direkt paranoyak insanlar gibi davrandığı, olası değişimden fazlasını bekledikleri bu beklentilerine dayanarak davranış ve tercih gösterdikleri ve direkt tasktan öğrenmekten uzak oldukları görüldü.
Bu anlamlı deneylerin akabinde sıçan ve insanların seçimlerini karşılaştırabilmek için matematiksel bir model geliştiren bilim insanları metamfetamin alan sıçanların direkt biçimde paranoyak insanlar ile aynı fragmanlar halinde benzer davranış modellerini ortaya koyduğunu açıkça gösterdi. Paranoyaya mekanik bir açıklama getirmesi beklenen araştırma ve devam çalışmaları ile altında yatan bir takım nedenler de, sosyal bir korkudan öte daha basit ve belki daha kolay tedavi edilebilir ileri vakaların çözülmesini kolaylaştırabilecek.