Fiilî Olarak Ayrı Yaşamak Başlı Başına Boşanma Nedeni Değildir

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas No : 2013/2-581
Karar No : 2013/1692
Tarih : 25.12.2013

İÇTİHAT METNİ

DAVA :

Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. Aile Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 13.4.2011 gün ve 2009/611 E., 2011/514 K. sayılı kararın incelenmesi davalı/kadın vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2.5.2012 gün ve 2011/14928 E., 2012/11616 K. sayılı ilamı ile;

( … Fiili ayrılık başlı başına boşanma nedeni değildir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 166/1-2 maddesi uyarınca; boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1 maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçeyle boşanmaya karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

H.G.K.’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR :

Dava, boşanma istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkili kocanın, davalı eşi ve çocuklarıyla birlikte gittiği Almanya’dan işlerini Türkiye’de devam ettirme kararı alarak, 1986 yılında kesin dönüş yaptığını, ancak davalının davacıyla birlikte Türkiye’ye dönmediğini, önce müvekkilinin düzen kurmasının gerektiğini, daha sonra geleceğini söylediğini, müvekkilinin defalarca eşini çağırmasına rağmen davalının Türkiye’ye gelmediğini, çocuklarının da konuşmalarında annelerinin dönmeyeceğini ve babalarının da Almanya’ya geri gelmemesini istediklerini, 23 yıldır tarafların bu sebeple ayrı yaşadıklarını, müvekkilinin 67 yaşında olduğunu ve bu zor yaşlılık döneminde eşinin yanında olmasını istemesinin doğal hakkı olduğunu, aile birliğinin temelinden sarsıldığını ve evli kalmanın hiçbir fayda sağlamayacağının anlaşıldığını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, tarafların 50 yılı aşkın bir süredir evli olduklarını, Almanya’da işçi olarak çalışan ve oraya yerleşerek dört çocuk sahibi olan tarafların ayrılmalarını gerektirecek hiçbir olay yaşanmadığı halde, müşterek çocukları Binali Fazlıoğlu’nun Almanya’da vefatından sonra davacının birtakım ruhsal sıkıntılar yaşayarak, ortada hiçbir sebep yok iken eşi ve dört çocuğunu Almanya’da bırakarak ani bir kararla Türkiye’ye döndüğünü, davacı kocanın iki ayrı Alman Bankasından kullandığı kredi borçlarını da ödemeden aceleyle Almanya’dan ayrıldığını ve bu borçları müvekkiline bıraktığını, müvekkilinin dört küçük çocuğuyla yalnız kaldığını, kredi borçlarını kapatma sıkıntısı yaşadığını, Almanya’daki ailesinin sürekli davacının Almanya’ya döneceği ümidiyle yaşamakta olduğunu, bu sebeplerle, dava dilekçesinde izah edilenin aksine davalı müvekkilinin yaşanan bu süreçte herhangi bir kusurunun bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacı kocanın 1986 yılında davalı eşini ve müşterek çocuklarını terk ederek aniden Türkiye’ye gelmesi şeklindeki kusurlu davranışı ve tarafların dava tarihi itibariyle 25 yıla yakın bir zamandır ayrı yaşıyor olmaları nedeniyle, evlilik birliğinin tarafların ortak hayatı sürdürmelerini olanaksız kılacak biçimde temelinden sarsıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı/kadın vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde gösterilen sebeplerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı/kadın vekili getirmiştir.

H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının dosya kapsamı ve tanık beyanlarıyla sabit olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi:

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir…” hükmünü içermektedir.

Anılan maddeye göre, boşanmayı talep edebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için, diğer tarafın az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa, bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olmaz. Az kusurlu eşin davaya karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, evlilik birliğinin devamında bu eş ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.

Somut olayda, tarafların dava tarihi itibariyle 25 yılı aşkın bir süredir ayrı yaşadıkları ve Almanya’daki müşterek haneyi davacı kocanın terk ederek Türkiye’ye döndüğü hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Tanık anlatımları ve dosya kapsamıyla taraflar arasında vuku bulmuş ve boşanma sebebi olarak ileri sürülerek ispatlanmış olan herhangi bir başka vakıa da bulunmamaktadır. Es söyleyişle; ortak hayatı sürdürmelerinin taraflardan beklenmeyecek derecede temelinden sarsılması sonucunu doğuracak ve davalı kadına yüklenilecek az dahi olsa bir kusur ispatlanmamıştır.

Bu itibarla, yukarda açıklanan ilke göz önüne alındığında; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle davalı kadına yönelik herhangi bir kusurun iddia ve ispat edilmemiş olmasına göre, H.G.K.’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ :

Davalı/kadın vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki ilave gerekçede gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.12.2013 tarihinde yapılan görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

Bu Yazıyı Paylaşın