Azilnamede Azil Sebeplerinin Bildirilmesi Zorunlu Değildir

T.C.
YARGITAY
Onüçüncü Hukuk Dairesi

Esas No : 2013/26540
Karar No : 2014/27109
Tarih : 16.09.2014

İÇTİHAT METNİ

DAVA ve KARAR :

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davalı vekili avukat İ.. Ö.. ile davacı Asil K.. Ş..’ın gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalıların avukatı olarak G.. İlçesi Y.. Köyünde bulunan bir kısım parseller ile K.. Köyünde bulunan parsel sayılı taşınmazın tapularının iptali ile davacılar adına tescili için Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/528 esas sayılı dosyası üzerinden tapu iptal ve tescil davası açtığını, ancak yargılama devam etmekte iken 25.10.2010 tarihinde haksız olarak vekaletten azledildiğini, vekalet ücretinin ise ödenmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, sözleşmeden ve Yasadan kaynaklanan vekalet ücretlerine karşılık şimdilik 10.000,00 TL?nin, azil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiş, 18.6.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile de talep miktarını 54.173,95 TL?ye çıkarmıştır.

Davalılar, murislerinden intikal eden taşınmazların miras hisseleri oranındaki tapularının iptali ile adlarına tescili ve ecrimisil davalarının açılması için davacıya vekaletname verdiklerini, ancak davacının gerekli özeni göstermediğini, tapu iptal ve tescil davasını geç açtığını, davanın bir çok duruşmasına mazeret dilekçesi gönderdiğini, bir duruşmasına da girmediğini, dosyanın işlemden kaldırıldığını, ihtiyati tedbir talep etmemesi nedeniyle bir kısım taşınmazların üçüncü kişilere devredildiğini, sözleşmede belirtilmesine rağmen İ..Köyündeki taşınmazlarla ilgili dava açmadığını, ayrıca açılması gereken ecrimisil davalarının da açılmadığını, söz konusu bu davalarla ilgili zamanaşımı süreleri geçtiğinden zarara uğradıklarını, tüm bu hususları öğrendikten sonra davacıyı haklı olarak azlettiklerini, davacı ile %17,5 üzerinden herhangi bir ücret anlaşmalarının da bulunmadığını, sözleşmenin geçersiz olduğunu savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, bilirkişi raporu hükme esas alınarak, davanın kısmen kabulüne, 53.126,00 TL?nin, 10.000,00 TL?lik kısmına dava tarihinden, bakiyesine ıslah tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmek suretiyle davalılardan müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1-Avukatın, vekil olarak borçları Türk Borçlar Kanunu?nun 506 ve devamı (Mülga Borçlar Kanununun 389 ve devamı) maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 506. (Mülga Borçlar Kanunu?nun 390.) maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır.

?Özen borcu? ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, ?Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.? şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Türk Borçlar Kanunu?nun 506. (Mülga Borçlar Kanununun 390.) maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir.

Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, ?Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.? Hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.

Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için eldeki davayı açmış, davalılar ise azlin haklı olduğunu savunmuşlardır. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir. Davalılar, her ne kadar azil ihtarında ?gördüğüm lüzum üzerine? açıklamasıyla herhangi bir azil nedenine dayanmamışlarsa da, iş bu davadaki savunmalarında, davacının vekil olarak gerekli özeni göstermediğini, bir çok duruşmaya mazeret dilekçesi gönderdiğini, bir duruşmaya girmediğini, dosyanın işlemden kaldırılmasına, ihtiyati tedbir talep etmemesi nedeniyle de bir kısım taşınmazların üçüncü kişilere devredilmesine sebebiyet verdiğini, sözleşmede belirtilmesine rağmen İkizce Köyündeki taşınmazlarla ilgili davaların ve ayrıca açılması gereken ecrimisil davalarının da açılmadığını, söz konusu bu davalarla ilgili zamanaşımı süreleri geçtiğinden zarara uğradıklarını, gerekli olmadığı halde Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/701 esas sayılı dosyasının bekletici mesele yapılmasına ses çıkarmayarak davanın uzamasına neden olduğunu, tüm bu gerekçelerle davacıyı haklı olarak azlettiklerini belirterek, davanın reddini dilemişlerdir.

Hükme esas alınan 2.4.2012 tarihli bilirkişi raporunda, ?nedensiz yapılan azlin vekalet ücretine halel getirmeyeceği? gerekçesiyle avukatın ücrete hak kazanacağı belirtilmiş, mahkemece de azlin haklı olup olmadığı tartışılmadan, davalıların savunmalarında bildirmiş oldukları azil nedenleri üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmadan yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Oysa ki, vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Türk Borçlar Kanunu?nun 502. (Mülga Borçlar Kanunu?nun 386.) ve sonraki Maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynı anda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, ?Özel Kanun? niteliği taşıyan Avukatlık Kanunu?nda da, bu yönde herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır.

Gerçekten de, Türk Borçlar Kanunu?nun 512. (Mülga Borçlar Kanununun 396/1.) maddesinde, vekaletten azlin ve vekillikten istifanın her zaman caiz olduğu belirtilmiş, azil iradesinin bildirimi, gerek azil sebepleri ve gerekse zaman itibariyle hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmamıştır. Söz konusu maddenin 2. fıkrasındaki, azil ve istifanın münasip olmayan bir zamanda gerçekleşmesi halinde, bundan dolayı karşı tarafın uğradığı zararın tazmin yükümlülüğüne ilişkin hüküm ise, azil ve istifayı herhangi bir yönden sınırlandırıp, kısıtlayan değil, tersine, bu hakkın kullanılmasına ilişkin serbestiyi teyit eden ve sadece münasip olmayan bir zamanda gerçekleştiği takdirde bunun olası sonuçlarını düzenleyen bir içeriktedir. Yine Avukatlık Kanunu?nun 174. maddesi de, vekaletten azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen farklı sonuçlar bağlamaktadır. Tüm bu nedenlerle somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa?da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasen, bu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan ?karşılıklı güven? unsuruna, dahası, bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen ?sır saklama yükümlülüğü?ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır.(Bkz. HGK?nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı)

O halde mahkemece, taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık konusu olan, ?azlin haklı olup olmadığı? hususu ile ilgili, davalıların iş bu davada ileri sürmüş oldukları azil nedenleri incelenip değerlendirilerek, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davacının tüm, davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.

SONUÇ: 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, 2. bent gereğince davacının tüm, davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1100,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 16.09.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bu Yazıyı Paylaşın