Bütün bunları yazmak için bir süre beklemem gerekti. Hem maddi, hem manevi hem de insani kaybımızın ne olduğunu görebilmek için. Kenara ayrılıp olan biteni izlemek, konuşulanı dinlemek, eh burası İnebolu, başımıza gelen “iş”in dedikodularını toplamak, biraz zaman aldı. Sonuçta maddi, manevi ve insani kayıpla konuyu tamamladık.

Peki ne oldu? İster dedikodulara inanın, ister görevini kötüye kullanan, nitelikli dolandırıcılık ve hırsızlığa bulaşmış bir şahsın şüphesiz bundan sonra da söyleyebileceği yalanlara inanın, isterseniz de benim ağzımdan duyduklarınıza inanın. Olan biten özetle şu:

13 yılını bu büroda geçirmiş, bu büroda çalışırken aile kurmuş, bu büroda çalışırken köyden ilçeye göçmüş, bu bürodayken baba olmuş, imkânlarım çerçevesinde de her daim yardımımı görmüş bir çalışanım; akıllara durgunluk verecek bir şekilde, kendisine 13 yıllık çalışma performansı sonucu gösterilen güveni suistimal etmiş, büronun iç işleyişini adı gibi bilmesinden de istifade ederek, nitelikli dolandırıcılığın neredeyse bütün şartlarını taşıyan bir “iş” yapmıştır. Bu iş, yatırılması gereken prim ve vergilerin yatırılmamasından tutun da, ücretlerimin habersizce tahsil edilip tarafıma teslim edilmemesine kadar uzanan, sahte imzalı evrak düzenlenmesiyle devam edip, kendi ailesinden bile para çarpabilmek için adımın kullanılmasıyla neticelenen bir “iş”. Ben olayın farkına vardığımda da ne yazık ki iş işten geçmiştir.

Bütün bunlara rağmen, günahsız ailesinin, günahsız çoluğunun çocuğunun hatırına, büroda bu dakikadan itibaren çalışmasına imkân olmadığı da hatırlatılarak, işten sessizce çıkışının yapılabilmesi, yine sessizce İnebolu’dan uzaklaşması ve 13 yıl süreyle ekmek yediği yere karşı yaptığı “iş”i temizlemesi için kendi talep ettiği tarihe kadar süre verilmiştir. Bu süre zarfında da bir neticeye ulaşılamamış, olayın sadece manevi boyutu değil, maddi faturası da önüme gelmiştir.

Ben son 10 yılımın neredeyse tamamını, kendimden kaynaklanmayan maddi ve manevi faturaları ödemekle geçirmiş biriyim. Bu dünyada herkesin bir imtihanı olduğuna inandığım gibi, benim imtihanımın da bu olabileceğine canı yürekten inanırım. Allah sağlık sıhhat verdikten sonra bundan öncekileri ödediğim gibi, bu faturayı da öderim.

Nitekim bu olayın hemen sonrasında da, yenilen herzeden etkilenmesi muhtemel herkesle görüştüm. Hepsinden Allah razı olsun, anlayış göstermeyen bir tek kişiyle de karşılaşmadım. Ama gariptir, en ummadığım insanlardan anlayış görürken, olaydan zerre kadar etkilenmeyen kimileriyle de mesafeyi açmanın her şeyden önce ruh sağlığı için iyi olacağını üzülerek gördüm. Günü geldiğinde de gereğini yaparım.

24 Haziran’dan bugüne kadar geçen süre zarfında da, maddi imkânların ilk etapta elverdiği ölçüde gereği neyse bunu yaptım. Yine Allah razı olsun, yakın çevremde kimi görüyorsanız tamamı, hem maddi hem de manevi olarak yardıma koştular. Yardım talebini de, yaptıkları yardımı da konuşmayacak kadar “adam”lar, siz bu “adam”ların kimler olduğunu zaten tahmin edebilirsiniz.

Bu “iş”in içinde bizzat benim olduğumu iddia edip, eş dost yemeklerinde veya ayaküstü sohbetlerinde olaya yeni soslar ekleyerek konuşabilen aklı evveller de oldu. Hatta çıkışını yaptığımız şahsı ileride Belediye’ye işçi olarak “aldıracağım” zırvasını laf diye konuşmayı kendine yakıştıranları bile, hem de çok üzülerek, duydum.

Ama zırva tevil götürmez. Bu zırvaların başka siyasi hırs ve hazımsızlıklardan kaynaklandığını da az çok bilirim. Bu aklı evvellere, benim böyle bir “iş”ten nasıl bir kazancım olacağını düşündüklerini, zaten bir gayrimenkul satışı yapmışken niye böyle bir şeye tevessül edeceğimi ya da 2005 yılında çok daha büyük sıkıntılarla baş etmeye uğraşırken yeltenmediğim bir şeye bugün niye kalkışacağımı, eğer bu iddialarını yüzüme karşı söyleyebilme cesaretini kendilerinde bulabilirlerse, herkesi de kendileri gibi bilmekten vaz geçebilirlerse, hatırınız için sorarım.

Kendimle ilgili 2005 dönemi sonrası ilk defa bu kadar dedikodu dinledim. Daha yüzüme söylenemeyen dedikodular olduğundan da eminim. Bu memleketin evlatlarının “ortaya çıkma ve ortada durma” iddialarının bedeli olduğunu, bu bedelin ilk maddesinin de dedikodu olduğunu doğduğumuz günden beri zaten biliyoruz. Olayın bana yansıyan maliyeti ile ilgili ne rakamlar duydum, ne olmayan şeyleri olmuş gibi dinledim, ne garabet bağlantılar kurulduğuna şahit oldum, duysanız gülersiniz. Belki de zaten duyup gülmüşsünüzdür.

Uzun lafın kısası, ben önce Allah’ın adaletine güvenirim. Türk Adaleti’ne de bir vatandaş olarak güvenmek zorundayım. Zaten belgeleriyle Savcılığa yansımış bir olayın daha fazla dedikodusunun yapılmasının alemi yok, işimize bakalım. Üzgünüm ve geçici olarak huzursuz ettiğim herkesten özür dilerim.

Ramazan Bayramınız mübarek olsun.

Bu Yazıyı Paylaşın